menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cevat Düşün yazdı – Türkiye’nin görünmez sorunu: Bağnazlık

23 17
18.10.2025

Türk Dil Kurumu’na göre bağnazlık, “Kendi düşünce ve inançlarından başkasını doğru bulmayan, hoşgörüsüz, dar görüşlü olma durumu”dur. Bu yalın tanım, aslında bir zihinsel hastalığın toplumsal anatomisini özetler. Bağnazlık, düşüncenin katılaşması; fikrin inanca, inancın kimliğe, kimliğin silaha dönüşmesidir. Bir düşünceyi korumak adına, düşünmenin kendisini öldürmektir.

Felsefi düzlemde bana göre bağnazlık, epistemik kapanma — yani bilginin kendini dış dünyadan soyutlayarak kendi doğrularına hapsolması — hâlidir. Bu durum hem bireysel hem kurumsal düzeyde ortaya çıkar: Kişide dogma, devlette ideoloji, toplumda geleneksel otoriterlik şeklinde tezahür eder. Bağnazlık, hakikate değil; hakikatin rahatsız edici gücüne karşı duyulan korkudur.

Sokrates’in “Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” sözü, bağnaz zihin için bir tehdittir. Çünkü sorgulamak, kutsalı kırmak demektir — oysa bağnazlık, kutsalın konforuna bağımlıdır. Spinoza’ya göre bağnazlık, cehaletin örgütlenmiş biçimidir. İnsanlar bilgisiz olduklarında değil, bilgilerini dogmaya dönüştürdüklerinde tehlikeli olurlar. Nietzsche’nin deyişiyle, “İnanç, hakikatin en güçlü düşmanıdır.” Bağnaz, hakikati aramaz; onu önceden bulduğunu varsayar. Dolayısıyla düşünce, gelişim ve özeleştiri süreçleri onun için gereksizdir. Bu yüzden bağnazlık, bireyde düşünmeyi; toplumda ilerlemeyi; devlette adaleti boğar.

Türkiye’deki kronik sorunların — adaletsizlik, yolsuzluk, liyakat eksikliği, eğitimde yüzeysellik, toplumsal kutuplaşma, ahlaki çürüme — her biri, aslında aynı kökten beslenir: bağnaz zihin yapısı.

Eğitim sistemi, özgür düşünen bireyler yetiştirmek yerine “doğru cevap” ezberleten bir mekanizmadır. Sorgulamak yerine inanmak, analiz yerine itaat övülür. Bu nedenle her ideolojik veya dini yapı, kendi dogmasını “eğitim” maskesi altında yeniden üretir. Okullar değil, küçük bağnazlık atölyeleri oluşur. Öğretmenler adeta birer bağnazlık vaizi, rahibi veya misyoneri gibi çalıştırılır; çocuk yaşta bireylerin bilinç ve iradesi kırılgan hâle getirilir. Bağnazlık metodolojisiyle sorgulama, özgür ve analitik düşünme yetileri etkisizleştirilir. Çocuk yaşta benlikten kopuş, yaratıcı düşüncenin yerine hissî biat öğretilir. Bu yüzden Türkiye’de siyasal, dinî, sosyal hatta sportif fanatizm radikaldir. “Ya bendensin ya düşmansın” algısı, okul dediğimiz bu bağnazlık atölyelerinde öğretilir.

Bağnazlık, hukuk yerine ahlaki veya dinî kanaati koyar. “Bizden olan” korunur, “bizden olmayan” cezalandırılır. Böylece adalet, evrensel bir ilke olmaktan çıkar; grup sadakatinin aracına dönüşür. Yargı sisteminde vicdan değil, “biz” duygusu çalışmaya başlar.

Bağnazlık, ekonomik düzende de sinsice işler. Burada “yandaş” kavramı, bir dinî dogma gibi kutsanır: Sadakat, ahlakın yerine geçer; liyakat değersizleşir. Üretim değil biat, emek değil bağlılık övülür. Yıllar önce ülkemizin önemli filozoflarından Doğan Göçmen’in Endüstrileşmiş Ahlaksızlık adlı yazısında okumuştum: “Post-truth çağında ahlaklı olan kaybeder; tek çözüm şüphedir.” demişti. İşte tam da burada durmak gerekir. Çünkü şüphe, kaybedenin değil; vicdanın silahıdır. Kaybolan ise kör itaatin kutsadığı ahlaki sefalettir.

Zenginlik artar ama ahlaki boşluk derinleşir. Zengin, zengine; iktidar, ideolojisine uygun tarafa hizmet eder. Vicdan, bu oyunda yalnızca seyircidir; ahlak, gözleri bağlı bir rehinedir. Bağnazlık burada, ruhun ve toplumsal vicdanın körleşmesidir. Kendi çıkarı için doğruluğu, liyakati, merhameti yok sayan sistem, insanın ahlaki pusulasını çalar. Ve en trajik olan şudur: Bu körlük, kendini hakikat yerine koyar; şüphe ve eleştiri tehdit olarak görülür. Oysa ahlak,........

© Medyascope