menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Özgür müyüz kukla mı?

68 1
14.12.2023

Felsefeyi konu alan anlatıları ikiye ayırabiliriz: Konu itibarıyla derin filmler ve düşünürleri konu alan filmler. Kimi durumlarda bu ikisi iç içe geçiyor. Hayatın anlamı arayışını konu alan filmler ilkine giriyor ve bunlar genellikle ‘varoluşçu anlatılar’ olarak anılıyor.

Bu türden anlatılarda sık sık yabancılaşma konusu ele alınıyor. İkinci türden bir anlatı, Nietzsche’nin yaşamını, son dönem sessizliğini, Bruno’nun ağlatılı sonlu yaşam öyküsünü, bir felsefe öğrencisinin yaşamsal ikilemini işleyebiliyor. İlk türden bir anlatıda, ağır felsefi tartışmalar olabiliyor. Tanrı inancı, güzel yaşamın ne olduğu, etik konular, kötülük sorunu, yapay zekâ felsefesi, gerçekliğin ne olduğu, bir simülasyon içinde yaşayıp yaşamadığımız, bireysel kimlikle bellek ilişkisi vb. konular yansıtılıyor. Yeri gelmişken Bruno’nun bir sözünü analım:

“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım.” – Giordano Bruno (1548-1600)

***

Son zamanlarda her şeyi genlere bağlamak moda oldu. Böyle olunca, insanın özgür iradesinin olmadığı gibi bir sonuç çıkıyor. Oysa genler yalnızca bir eğilim anlamına gelir. Ancak çevre etmenleriyle birleşme bir etki yaratıyor. Oysa bu etkileşimli formüle katılmayanlar, ‘Tanrı inancı geni’, ‘siyasal düşünce geni’ gibi arayışlar içindeler. Öte yandan, kuşaktan kuşağa aktarılan özellikler elbette var. Davranışlarıyla “tıpkı dedesi” dediğimiz insanlar vardır. Ancak, bu örnekte de, dedenin yalnızca genetik değil, çevresel olarak da etki etme olasılığı vardır.........

© Medya Günlüğü


Get it on Google Play