menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Deprem duygusu ve aklı

10 0
06.02.2024

Bu acılı ve acıklı günlerde işe yarayacak bir şeyler yapmaya çalışmak herkes gibi benim de en güçlü isteğim. Geçmiş deprem deneyimim de bu konudaki en güçlü desteğim. İzmit depremindeki izlenimlerimi belki de bugünlere bir noktacık katkı sağlar diye anlatmak istiyorum.

O sıralar anne babam Adapazarı’ında, kardeşlerim Kadıköy’ de, ben de Bakırköy’de yaşıyordum. Uykunun içinde olmasına rağmen sallantıyı hisseder hissetmez binadan çıktık. Çıkarken nasıl akıl ettikse arabanın anahtarını da almış olmalıyız ki içine girip radyoyu açtık. Acemi bir spiker bulunduğu binanın hâlâ nasıl sallanmakta olduğunu avaz avaz anlatarak felaket tellallığı yapıyordu. İkinci katta olduğumuz için eşimle birlikte binayı o kadar çabuk terk etmiştik ki kızcağızın “hâlâ sallanıyoruz” çığırtısını arabanın içinde dinlerken sarsıntı sürüyordu. Daha sonra o ilk sallantının 42 saniye sürdüğünü öğrendik, demek ki önceden bir deprem tecrübemiz de olmadığı halde sadece bilgimiz sayesinde daha 1 dakika bile olmadan binadan çıkabilmişiz. Sadece bir kat merdiven inmemiz şansımızdı ama o şansı yaratan da bilgiydi.

Canımızı kurtardığımızı kavrayınca ailem aklıma düştü. Daha birkaç ay önce annemle babam köye bir ev yaptırıp taşınmaya karar vermişlerdi. Sağlık sorunları gelişirse yakınımda olsunlar istediğim için İstanbul’dan gitmelerini hiç istememiştim. Ancak annem ısrar edince dayanamamış evin taslağını bile ben çizmiştim. 1960’lardaki büyük Adapazarı depreminin hikâyeleri ile büyüdüğüm için “ellerimle taşıdım onları depremin göbeğine” diye vicdan azabından kıvranıyordum.

Haber almak mümkün değildi, hatlar kilitlenmişti. Telefonu kaç kere çevirdiğimi bilmiyorum. Hatların kilitlenmesinde benim de katkım olduğunu akıl edemeyecek durumda ha bire çeviriyordum. Annemlere mutlaka ulaşmam gerektiğinden, sağlar mı öldüler mi anlamam gerektiğinden başka bir şey düşünemiyordum. Arabayı çalıştırıp yola koyulmaya kalktığımda, eşimle birbirimize girdik. Israrla yola çıkmamı engellemeye çalışıyordu. Durumun ciddiyetini, yolların durumunu falan bilmiyoruz, bir yerde kilitlenip kalırsın, kurtaracağım derken kurtarılacak duruma düşersin, diyordu. Umurumda değildi. Kızım da zaten o gece teyzesindeydi. Ne diye bekleyecektim ki.

Tek arabamız vardı. Kocamı kendi haline bırakıp cebren arabayı alarak çıktım gittim. Yol boyu radyo yayınlarını dinliyor, yıkımın büyüklüğünü anladıkça annemle babamın cenazesine gidiyormuşum gibi hissederek yaşadıkları binanın enkazından onları nasıl çıkaracağımı falan düşünüyordum. Kocam “Madem gidiyorsun bari ben de geleyim” dememişti. Ben de çelimsizim tekiyimdir, kurtarma işini tek başıma yapamazdım ki.

Kardeşlerimle birlikte halledebiliriz diye düşünerek yolumu Kadıköy’e çevirdim. Oysa ben Bakırköy’den Kadıköy’e gidene kadar onlar çoktan Adapazarı’na ulaşmış. Ben büyük kardeşimin kapısının eşiğine yeni ulaşmışken onlar bana telefonla ulaştı. Annem babam sağ ve salimmiş, yaşadıkları ev de, yeni yapılmakta olan ev de sapasağlammış. Annemlerin evi deprem bölgesinde olacak diye en baştan yardımını istediğim mimar Levent sağ olsun.

Korkunç sallantıya rağmen inşaatta duvara dayalı duran tahta merdiven bile devrilmemiş. Ama Adapazarı ve İzmit nerdeyse yok olmuş. Yollar da berbatmış. “Biz hemen yola çıktığımız için daha ortalık kalabalıklaşmadan kolayca geçtik ama arkamızdan bütün yollar tıkandı, üstelik yollarda yer yer yıkımlar var, bizim aracımız arazi tipi sen o yollardan asla geçemezsin, sakın ha yola çıkma” dedi kardeşim.

Kocam haklıymış. Duygularla değil akılla hareket etmek lazımmış. Kös kös eve döndüm. Bu arada sabah olmuştu ve ben o gün hastanede nöbetçiydim. O sıcak yaz günü tir tir titreyerek duşumu aldım ve kendimi ayıltmaya çalışarak hastaneye gittim. Ne zaman deprem lafı olsa o nedensiz titreme nöbetlerimi hatırlarım. Kendimi kafese kilitlenmiş gibi hissettiğim o günkü nöbetse bir türlü bitmedi. Çok iş olduğu için değil, tersine hastanede kuş uçmuyordu, hasta falan gelmedi. Acile bile kimse gelmedi. Herkes depreme kilitlenmiş hastaneye gelmeyi bile unutmuşlardı.

Çalıştığım kliniğin yoğun bakım biriminin sorumlusuydum. Ertesi sabah nöbetten çıkarken, o sırada yoğun bakımda ne kadar yedek serum varsa arabamın bagajına yükledim. Gerekli olabileceğini düşündüğüm bazı ilaçları da aldım. Aldıklarımı yazdım imzaladım, sorumlu hemşireye bu listeyi teslim ettim. Soran olursa “doktor hanıma laf dinletemedim zorla aldı bunları gitti” de, sorumluluğu sakın üstlenme. Döndüğümde hesabını ben veririm, dönemezsem de zaten hesap soracakları kimse kalmamış demektir, diye de sıkıca tembihledim. Bürokrasiyle uğraşacak değildim.

Niyetimi anlayan kocam “Deprem bölgesine gidip gidip ne yapacaksın?” diye sordu. Soru olarak değil, hesap sorma olarak algıladım. Ne gerekiyorsa onu yapacağım, diye hırsla cevaplayıp yola çıktım. İlk iş en yakın fırına gittim. Arka koltuğa sığdığı kadar ekmek aldım. Fırıncı “Bunca ekmeği ne yapacaksın” demedi,........

© Medya Günlüğü


Get it on Google Play