Siyasal İslam: Hakikatin güç tarafından ele geçirilmesi
İslam, tarih boyunca hem inanç hem de medeniyet olarak varlığını sürdürdü. İnsanın Tanrı karşısındaki aczini, adalet karşısındaki sorumluluğunu temsil etti. Zaman içerisinde ister istemez bir ideolojiye dönüştürülmeye başlandı. “Siyasal İslam” olarak adlandırdığımız bu dönüşüm, aslında imanın siyasete değil, siyasetin imana hükmetmeye başlamasının adıdır. Artık din, hakikati aramanın değil, gücü yönetmenin dili hâline gelmiştir. Bu, yalnızca dinin siyasileşmesi değildir, siyasetin kutsallaşmasıdır. Din, insanın iç dünyasında yankılanan ahlaki bir hakikat olmaktan çıkmış, iktidarların meşruiyet aracına dönüşmüştür.
İslam’ın özü tevhittir. Bu, parçalanmış hakikatleri birleştirme çabasıdır. Varlığın bütünlüğünü ve insanın özgürlüğüyle Tanrı’nın iradesi arasındaki hassas dengeyi korumayı amaçlar. Siyasal İslam bu bütünlüğü siyasetin dar sınırlarına hapseder. İlahî olanı beşerî düzenin çıkarcı diline dâhil etmeye çalışır. Böylece dinin insanda var olan metafizik derinliği sönümlenir ve geriye yalnızca bir “dünya projesi” kalır. Dindarlık, iktidarın araçsallaştırdığı bir kimliğe dönüşür. İmanla ilgili kavramlar da siyasetin oy ve güç hesaplarının malzemesi hâline gelir. Din artık kalbin terbiyesini değil, toplumu kontrol etmeyi öncelemeye başlar. Tanrı’ya yönelmek yerine, iktidarı Tanrı’nın adına konuşur hâle getirmek önem kazanır.
Oysa İslam düşüncesi, varlıkla insan arasındaki ilişkiyi iktidar üzerinden değil, sorumluluk üzerinden kurar. Çünkü insana verilen kudret, hükmetme değil koruma ehliyetidir. “Yeryüzüne halife kıldım” ayeti, üstünlüğün ilanı değildir, mesuliyetin........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta