Bizim Karl Marx(’ımız)
“Henüz hiçbir şey bitmedi, hattâ yeni başlıyor.”[1]
Çok az insan dünyayı -fikirleri felsefeyi, tarihi ve iktisadı geri dönülemez şekilde değiştiren- mütevazı[2] Karl Marx’ın sarstığı kadar sarstı. Tam da bunun için o, hâlâ “bizimle” ve yalnızca teorik değil, siyasi bakımdan da vazgeçilmez olmayı sürdürüyor, hâlâ yaşıyor.
17 Mart 1883’te Karl Marx’ın mezarı başındaki konuşmasında yoldaşı Friedrich Engels, “Marx her şeyden önce bir devrimciydi,” deyip şunları vurgulamıştı:
“Bu adamın ölümü, yalnızca Avrupa ve Amerika’daki proletarya için değil, bilim dünyası için de telafi edilemez bir kayıptır. Darwin’in organik doğanın gelişim yasalarını keşfetmesi gibi, Marx da insan tarihinin gelişim yasalarını keşfetti. Marx, bugüne kadar ideolojik örtüler altında gizlenmiş olan basit gerçeği, insanların öncelikle yemek, içmek, barınmak ve giyinmek zorunda olduğunu, ancak bunları sağladıktan sonra siyaset, bilim, sanat, din vb. ile uğraşabileceğini ortaya çıkardı.
“Ama hepsi bu değil. Marx, modern kapitalist üretim tarzının ve onun yarattığı burjuva toplumunun özel hareket yasasını da keşfetti. Artı değerin keşfi, tüm bu sistemi anlamak için anahtardı ve bu, önceki sosyalistlerin karanlıkta yürümesine karşılık, aydınlık bir yol açtı.”
Bu öyle bir yoldu ki, coğrafyamızın maruf kapitalistlerinden İshak Alaton’u bile etkiledi!
“Nasıl” mı?
Alaton, coğrafyamızda sermaye elitlerinin katıldığı bir toplantıda baş konuşmacı olan General Electric yöneticisi Jack Welch’e, binlerce insanın açlık ve yoksulluk çektiğinden ve hattâ yaşamını yitirdiğinden söz ederek, “Serbest piyasa ekonomisi artık işlevini yerine getiremiyor mu? Adam Smith öldü sanırım. Çözüm için insanlığın Karl Marx’ı yeniden keşfetmesi mi gerekiyor?” diye sordu ve salonda büyük alkış koptu.
Bu, “bizim Karl Marx’(ımız)ın büyüklüğüne işaret ediyordu.
Çünkü o bir devrimciydi ve bu onun en önde gelen özelliğiydi. Karl Marx’ın cenaze töreninde Friedrich Engels’in söylediği sözler bu noktayı açıkça vurgular: “Marx her şeyden önce bir devrimciydi. Onun hayattaki gerçek misyonu kapitalist toplumun yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmaktı… Kavga tam onun işiydi. Ve kimsenin aşık atamayacağı bir tutku, azim ve başarıyla kavga verdi.”
Karl Marx’ın güncelliği, -muhtelif zırvalara rağmen!-[3] kavramlarının “eski” olmamasından değil, kapitalizmin hâlâ aynı sonsuz genişleme mantığıyla işlemesinden kaynaklanıyor. Bugünün göreviyse bu mantığın sınırlılığını göstermekle kalmayıp, yerine yaşamı ve gezegeni önceleyen bir düzen inşa etmektir. Onun bize bıraktığı en büyük miras, tam da bu eleştirel akıl ve örgütlü yaratıcı güçtür.
Kolay mı? O, “var olan her şeyin amansız eleştirisini” ve özellikle “silahlı eleştiriyi” savunan çağrısını doğrudan kitlelere ve proletaryaya yöneltiyordu.[4]
* * * * *
Karl Marx, bilimin devrimler çağındaki büyük sıçraması ile emekçilerin büyük düşleri arasındaki köprüyü kuran, çağımızın devrim ustasıydı. Kapitalizm çağındaki çözümünü ortaya koyan büyük devrimci öğretmen ve eylem adamıydı.
Onun teorisinde insan, biricik yaratıcıydı ve “En büyük üretici gücün devrimci sınıfın kendisi” olduğunu ortaya koyuyordu.
Kapitalizmin devrimle eleştirilmesinden yana olan Karl Marx’ın kapitalizm eleştirisi diğer bütün eleştirilerden ayırdı. Çünkü Marx’ın eleştirisi, fikir düzleminde kalmadı, emekçinin eleştirisi hâline geldi. “Tarihin itici gücü, eleştiri değil, devrim”di.
Karl Marx’a göre devrimin amacı yalnız eski toplumun yıkılması değil, bizzat devrimci sınıfın kendisinin değişmesiydi. “Devrim, yalnızca yönetici sınıfı devirmenin başka bir yolu olmadığı için değil, fakat aynı zamanda onu deviren sınıf, ancak ve ancak bir devrim içinde kendisini geçmişin birikmiş tortularından temizleyebileceği ve böylece toplumu yeniden kurtarabileceği için de zorunludur.”
Formüle ettiği tarihin hareket yasasının hâlen geçerli olduğu açıktır; Karl Marx, sadece yapıtları ve öğretisi ile değil, XIX. yüzyılın çalkantıları içinde verdiği örgütsel mücadeleler ile de dünya proletaryasının önderidir. Her ne kadar liberalizmden payını alan post-Marksist düşünürler, onu yalnız bir iktisatçı, bir filozof gibi sunsa da, Karl Marx, fildişi kulede yazarlık yapmamış, Avrupa’daki işçi örgütleri ve sendikaların içinde bir devrimci olarak bizzat çalışmıştı. İşçi sınıfının uluslararası çapta örgütlenmesini bir zorunluluk olarak gördüğü için Birinci Enternasyonal’de mücadele yürütmüş ve ona önderlik etmişti.
Sürdürdüğü örgütlü mücadelenin bir yanı da işçi sınıfının stratejisini ve programını oluşturmasıydı. İşçi sınıfının gündelik mücadelelerinin, sermaye sınıfından bağımsız bir işçi partisi içerisinde siyasi mücadeleye doğru yol alması gerektiğini, bu mücadelenin de ancak bağımsız bir şekilde inşa edilebileceği savunusunu zihinlere kazımıştı. Burjuvazinin hâkim olduğu kapitalist devletin yıkılması ve bu aygıtın parçalandıktan sonra bir işçi devleti kurulması gerektiğini ileri sürmüş, pek çok genç devrimciyi bu fikirle eğitmişti. Proletarya diktatörlüğü kavramı ile işçi sınıfının egemen güç olarak, işçi devriminden sonra kontrolü tek elde toplaması ve zor gücünü yerinden ettiği sermaye sınıfının tasfiyesi için kullanması gerektiğini savunmuştu; Karl Marx’ın, “İşçi sınıfının kurtuluşu kendisi tarafından kazanılabilir,” ifadesi eşliğinde…
* * * * *
Tam da burada, “Sınıfları ve sınıf karşıtlıklarıyla eski burjuva toplumunun yerine, her bireyin özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birliğe sahip olacağız,” vurgusuyla “Komünistler, kendi görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Hedeflerine ancak tüm mevcut toplumsal koşulların zorla yıkılmasıyla ulaşılabileceğini açıkça ilan ediyorlar. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri, birleşiniz!” diye haykıran Komünist Manifesto’ya kulak vermek gerek:
“Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yel değirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu…
“Tüm sabit, donmuş ilişkiler, eski ve saygıdeğer önyargılar ve görüşler silsilesiyle birlikte süpürülüp atılıyor, yeni kurulanların hepsi kemikleşemeden eskimiş hâle geliyor. Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey kirleniyor…
“Sürekli genişleyen sürüm ihtiyacını karşılamak için burjuvazi, yeryuvarlağının bütününe el atmakta. Her yerde yerleşmesi, her yerde yapılaşması, her yerde bağ kurması gerekiyor. Burjuvazi, dünya pazarını sömürmek yoluyla tüm ülkelerin üretim ve tüketimini kozmopolitleştirdi. Gericilerin çok üzülecekleri biçimde ulusal zemini sanayinin ayağının altından çekiverdi. En eski ulusal sanayiler yok edildi ve hâlâ yok ediliyor…
“Burjuvazi ile modern kapitalistler sınıfı, toplumsal üretim araçlarının sahipleri ve ücretli emek kullananlar kastediliyor. Proletarya ile ise, kendilerine ait hiçbir üretim aracına sahip olmadıklarından, yaşamak için işgüçlerini satmak durumunda kalan modern ücretli emekçiler sınıfı…
“Kol emeğinde ustalığın ve gücün payı azaldıkça, bir başka deyişle, modern sanayi daha da geliştikçe, o ölçüde kadın çalışması erkek çalışmasının yerini alır. İşçi sınıfı için yaş ve cinsiyet ayrımlarının artık hiçbir ayırdedici toplumsal geçerliliği kalmamıştır. Bunların hepsi, yaşına ve cinsiyetine göre, kullanılması daha çok ya da daha az maliyeti olan iş aletleridir…
“Dolayısıyla burjuva toplumunda geçmiş şimdiye hükmeder; komünist toplumda ise şimdi geçmişe hükmeder. Burjuva toplumunda sermaye bağımsızdır ve bireyselliği vardır, insan ise bağımlıdır ve bireyselliği yoktur.”
“Ama bizimle tartışırken kendi burjuva özgürlük, eğitim, hukuk vb. tasarımlarınızla burjuva mülkiyetine son verilmesini ölçüp durmayın. Sizin düşüncelerinizin kendileri burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin birer ürünüdür, tıpkı hukukunuzun da sizin sınıfınızın yasa hâline getirilen iradesinden, içeriği sizin sınıfınızın maddi yaşam koşullarınca belirlenen bir iradeden başka bir şey olmayışı gibi.
“Sizi üretim ve mülkiyet ilişkilerinizi tarihi, üretimin seyri içinde gelip geçici ilişkilerden ölümsüz doğa ve akıl yasalarına dönüştürmeye yönelten bencil yanılgı, yok olmuş bütün hâkim sınıflarla paylaştığınız bir yanılgıdır. Antik mülkiyet söz konusu olduğunda kavradığınız, feodal mülkiyet söz konusu olduğunda kavradığınız şeyi burjuva mülkiyetine gelince kavrayamazsınız tabii.”[5]
* * * * *
Karl Marx ile Friedrich Engels, ütopik sosyalist özlemleri bilimsel bir temele yerleştirip, devrimci bir uluslararası işçi sınıfı hareketinin zeminini oluşturdu. Böylelikle de 1843-1847 kesitinde, teorik düşüncede, XVIII. yüzyılın ağırlıklı olarak mekanik maddeciliğinin ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel’in diyalektik mantığının idealist gizemliliğinin sınırlamalarının üstesinden gelen bir devrim gerçekleştirdi.
Felsefî maddeciliği tarih ve toplumsal ilişkiler alanına genişleten O, sosyalizmin gerekliliğinin kapitalist sistemin içsel çelişkilerinin yasalara bağlı gelişmesinden kaynaklandığını kanıtladı
Karl Marx’a dünya çapında tarihsel bir kişilik konumuna yükselten şey, tarihin maddeci kavranışının doğruluğunu kanıtlayan Kapital’i yazması oldu.
Komünist Manifesto’daki teorik çerçeve “Kapital” ile yetkinleşir. Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı’nın ünlü önsözüne Karl Marx şu cümleyle başlar: “Burjuva iktisat sistemini şu sırayla inceliyorum: sermaye, toprak mülkiyeti, ücretli emek, devlet, dış ticaret, dünya pazarı.”[6] Kapital’in konusunu ilk üç – sermaye, toprak mülkiyeti, ücretli emek- mesele oluşturur.
“Benim kadar az parası olup da para hakkında bu kadar çok yazan başka kimse olmadı. Kapital, onu yazarken içtiğim tütünün parasını bile karşılamayacak,” diyen o, “Dağınık olan sistem değil, sistemin çarkları hâline dönüşmeye meyilli olan insan aklı,” uyarısıyla ekler:
“Kişisel emekten doğan dağınık özel mülkiyetin kapitalist özel mülkiyete dönüşmesi, hâlen toplumsallaşmış üretime fiilen dayanan kapitalist özel mülkiyetin toplumsal mülkiyete dönüşmesinden kuşkusuz kıyaslanamayacak kadar daha uzun süreli, daha şiddetli ve çetin bir süreçtir. Birinci durumda, halk yığınlarının birkaç gasp edici tarafından mülksüzleştirilmeleri söz konusuydu; ikincisinde ise, birkaç gasp edicinin, halk yığınları tarafından mülksüzleştirilmeleri söz konusudur.”
“Her hisse senedi dolandırıcılığında herkes bir gün çöküşün geleceğini bilir, ama herkes kendisi altın yağmurunu yakalayıp güvenli bir yere koyduktan sonra komşusunun başına düşmesini umar. Après moi le déluge! (benden sonrası tufan!) her kapitalistin ve her kapitalist ulusun parolasıdır. Bu nedenle Kapital, toplumun zorlaması olmadıkça, emekçinin sağlığını ya da yaşam süresini umursamaz.”
“Meta olarak şeylerin varlığının ve onları meta olarak damgalayan emek ürünleri arasındaki değer ilişkisinin, metaların fiziksel özellikleriyle ve bundan kaynaklanan maddi ilişkilerle kesinlikle hiçbir bağlantısı yoktur. Orada insanlar arasında kesin bir toplumsal ilişki vardır ve bu ilişki onların gözünde şeyler arasındaki bir ilişkinin fantastik biçimini alır… Ben buna meta fetişizmi diyorum
“Metaların fiyatı veya para biçimi, genel olarak değer biçimleri gibi, elle tutulur bedensel biçimlerinden oldukça farklı bir biçimdir; bu nedenle, tamamen ideal veya zihinsel bir biçimdir.”
“Sermaye birikiminin bir sonucu olarak emeğin fiyatındaki artış, aslında yalnızca, ücretli işçinin kendisi için zaten oluşturmuş olduğu altın zincirin uzunluğunun ve ağırlığının, bu zincirin geriliminin gevşemesine izin verdiği anlamına gelir.”[7]
“Bir öğretmen, öğrencilerin kafasına vurmasına ek olarak okulun sahibini zenginleştirmek için de eşek gibi çalışıyorsa üretken bir emekçi sayılır. Okul sahibinin sermayesini sosis fabrikası yerine öğretim fabrikasına yatırmış olması hiçbir şeyi değiştirmez.”
“Tıpkı Georgialı köle sahibinin, zencilerin sırtından kamçıyla sağladığı artı-ürünün hepsini şampanya ile har vurup harman savursam mı yoksa bir kısmını daha fazla zenci ve toprağa mı dönüştürsem diye düştüğü üzüntülü çıkmazdan, yakın zamanda, köleliğin kaldırılması ile kurtarılması gibi, kapitalistin de bu eziyetten ve şeytanın kışkırtmasından kurtarılması düpedüz bir insanlık borcudur.”
Kapital’de tarif edilen kapitalist üretimin bir yan ürünü olarak yabancılaşma da, Karl Marx’ın Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Ludwig Andreas Feuerbach’tan devraldığı kavramken; onun ellerinde kapitalizmin bütüncül eleştirisini anti-hümanist bir sistem olarak teorize etmeyi mümkün kılan araca dönüştü.
Karl Marx, yabancılaşma teorisini ilk olarak erken dönem eserlerinden 1844 Ekonomik ve Felsefî Elyazmaları’nda geliştirmiş olsa da bu teoriyi Kapital dâhil tüm iktisadî yazınının merkezine oturtup, yabancılaşmayı sınıf sorunuyla ilişkilendirir. “Eğer emeğin ürünü işçiye ait değilse… bunun sebebi ürünün işçi dışında başka bir insana ait olmasındadır.” Bu “başka adam” “çalışmayan ve üretim sürecinin dışında olan” kapitalistten başkası değildir gerçeğinin altını şöyle çizer: “İnsanın kendi doğasına yabancılaşması kapitalist toplumun en temel kötülüğüdür.”
“Özel mülkiyet bizi öylesine aptal ve tek yanlı hâle getirdi ki, bir nesnenin, ancak bizim için bir sermaye olarak var olduğunda ya da ona doğrudan sahip olduğumuzda, yediğimizde, içtiğimizde, giydiğimizde, içinde yaşadığımızda vs.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Rachel Marsden