menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Simit sınıf atlayınca

22 0
sunday

Gazeteciliğe başladığım günlerdi.

Yani, ücretimizin “Çay-Simit”le simgelendiği yıllar... O zamanlar gazeteciler mütevazı ücretler alırlardı.

Mütevazı evlerde otururlar, toplu taşıma araçlarıyla gazeteye gelirlerdi.

O yıllarda kazandığımızla biz çalışanlar bir bardak çay içebiliyorsak, patronlar bilemedin iki bardak içebilirlerdi. Çünkü tirajlar düşüktü, bankalar bol keseden kredi vermiyorlardı.

O zamanlar Beykoz Konakları olmadığı için patronlar en üst yöneticiye bile bir konak veremiyor, gökdelenlerdeki lüks daireleri hediye edemiyor, çalışanlarının altına “Çakarlı araba” çekemiyor, lüks yatlarda tavla partileri düzenleyemiyorlardı.

Şartlar bu kadar yerlerdeydi!...

Uyuşturucu belası henüz oramıza buramıza bulaşmamıştı. En fazla “Tektekçi İsmail”de, yumruk mezesiyle içtiğimiz iki tek rakı ile yetinmek zorunda kalıyorduk.

Çünkü o dönemlerde patronların işi sadece gazetecilikti. Başka bezlerde tarakları yoktu.

Onun için de bizim ücretler simit ve çayla simgeleniyordu.

Simit simgesi sadece bize ait değildi. Az ücret alan herkesi temsil ediyordu.

Yani “Can Simiti” gibi can kurtarıyordu.

Karın doyuruyordu.

“YARIM SİMİT” SERVİSİ BAŞLADI

Ta ki “Simit Sarayları” açılıncaya kadar. Sonra garibim simit sınıf atladı. En kral yiyecekler sınıfına kaydını yaptırdı! Bizleri terk etti!

Arasına eski kaşar kondu, zeytin ezmesi sürüldü, yumurtalısı yapıldı, Ezine’nin beyaz peyniri, domatesle birlikte simit dilimlerinin arasına sığındı, tost makinesinde ezilip lezzetine lezzet kattı.

Tabii ki bu süsleme fiyatlara da yansıdı. En kuytudaki kahvelerde bile fiyatı 30-40 liraları buldu. Yanında bir bardak da çay varsa hesap 50 liraya çıktı. Hatta bazı mekanlarda “yarım simit” servisi bile başladı.

Yani bir zamanların garip dostu simit, garibandan uzaklaştı.

Simit sınıf atlayınca, mahalle aralarında, başlarındaki ahşap tepsiyle satış yapan simitçiler kayboldu. Köşe başlarına camekanlı satıcılar tezgah açtı.

Aslında simit, kadim bir dostumuzdu. Batılı seyyahların çektiği fotoğraflara bakılırsa, İstanbul sokaklarına 16. Yüzyıl başlarında düşmüştü. O günkü simitçiler de bugünkü simitçilere benziyordu. Üç ayaklı bir sehpa, üstünde içi simit dolu tahta bir tepsi. Fotoğraflarda banyo hatası yoksa o günün simitleri, bugünkü gibi kızarmış değildi. Belki de pekmeze batırılmıyordu. Ayrıca tablalarda iki büyüklükte simit görünüyordu. Bir tanesi bisiklet tekerleği boyutunda, diğeri ise bugünkü simitler kadardı. Sonra bütün Anadolu şehirleri kendi damaklarına uygun simitleri üretmeye başladılar. Hatta bazıları çoktan coğrafi işaret tescili aldılar.

ÖNCE PEKMEZE ARDINDAN SUSAMA BATIRILIR

İstanbul Ticaret Borsası yetkilileri bir de baktılar ki “İstanbul Simiti” için coğrafi işaret alınmamış. Bir telaştır başladı. Ya Yunanlılar bunu fark edip, bizim simidi de sahiplenirlerse! Hemen kollar sıvandı ve Ekim ayında tescil belgesi dosyaya girdi. İstanbul Ticaret Borsası Genel Sekreter Yardımcısı İsmail Şen, tescil edilen simidin 1525 yılından beri sarayda yapılan simidin aynısı........

© Gazete Pencere