Elimizin tersi ile itmek
İktidarın siyasi ve toplumsal kuşatması her geçen gün daha da ağırlaşıyor.
Laiklik Meclisi’nin aylık ihlal raporları yetişemiyor.
Herkes kaygılı ve soruyor: “Bu ülkeye ‘şeriat’ gelir mi?”
Bir dizi toplantıda da ifade etmeye çalıştım. Bu sorunun yanlış bir soru olduğunu düşünüyorum.
Bu soruya benim cevabım “ya geldi ise” olacaktır.
Israrla ülkemizin İran’a, Afganistan’a ya da başka “din temelli” bir devlete benzeyeceği düşünülmekte, bundan kaygılanılmaktadır. Oysa, içinde yaşadığımız ve hep beraber gözlemlediğimiz üzere ülkenin siyasal ve toplumsal yapısı zaten baştan sona dönüştürülmüş durumda. Ülkemizde artık din temelli bir işleyiş yürürlüktedir.
Kabul etmemiz gerekiyor; ülkemizde artık AKP eli ile hayata geçirilmiş yeni bir rejim var. Bu rejimin merkezine de “dinselleşme” yerleştirildi. Şu anki rejim 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarının yerine inşa edilmiş durumda. 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı kimliğinden tamamen ayrı bir hatta yeni bir “cumhuriyet” kurumsallaştırıldı.
Buna itiraz edebilir, “Cumhuriyet yıkılmadı” diyebilirsiniz. Bu yöndeki yaklaşımlara özel olarak bir itirazım yok. Ancak, 1923 Cumhuriyetinin tasfiye edildiği yönündeki tespitin yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü, değerlendirmeleriniz sizin duruşunuzu, mücadele biçiminiz ile araçlarınızı ve örgütlenme yapınızı da belirleyecektir. Gelişmeleri, yaşanan süreci, siyasi yapıyı yok sayarak (ya da önemsizleştirerek) yapılan değerlendirmeler her seferinde duvara çarpmaktadır. Kabul etmek gerekiyor ki, sürekli olarak Cumhuriyetin yıkılmadığının tekrarlanması bir rahatlık sağlamaktadır. İşte buna itirazımız vardır. Bu yaklaşımın sahiplerinin düşünmesi gereken de budur.
Evet, bugün geldiğimiz noktada dinselleşme büyük ölçüde kurumsallaştırıldı. Kurumsallaşma “fiilen” sağlanmış durumda. Doğru, bu başlıkta iktidara ve yandaşlarına göre hala eksiklikler var ve bu yönde adımlar da atılmalı. Ama, eksikliklerin de süreç içerisinde tamamlanması hedeflenmektedir. Yoksa, “önce bunları tamamlayalım” şeklinde bir yaklaşıma sahip değiller.
İşte, bu nedenlerle, Afganistan ile İran ile ya da başka bir din temelli devlet ile birebir benzer bir işleyiş ve yapı arayan, gör(e)meyince de “rahatlayan” yaklaşımlar niyetlerinden bağımsız olarak ortamı yalnızca siyasi iktidara yarayacak şekilde flu hale getirmektedirler. Buna dikkat!
Ortamı flu hale getiren ikinci bir yaklaşım ise anayasanın ilk dört maddesine ilişkin yürütülen tartışmalarda kendisini göstermekte. Kuşkusuz ilk dört madde oldukça önemli. Kesinlikle bunun aksi bir hususu ifade etmiyorum. Ancak gözden kaçan, siyasi iktidarın tartışmayı Hüda Par vb. yapılar üzerinden bu noktaya çekerek, anayasa da yapmayı hedefledikleri esas değişiklikleri kendilerince önemsizleştirmeye çalıştıklarıdır. Ya da ölümü gösterip sıtmaya razı etmek diyelim. Ama aslında sonuç her durumda ölüm hali!
Üçüncü bir tartışma ise Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Başkanvekili Mehmet Uçum tarafından geçtiğimiz günlerde köşeleri belirli hale getirilen, Erdoğan’ın tekrar aday olabileceği iddiası. Uçum 2017’de yapılan anayasa değişikliğinin, seçimlerin yenilenmesi, yani 2028’den önce seçim kararı alınması durumunda Erdoğan’a bir kez daha ‘istisnai’ adaylık yolunu mümkün kıldığına dair açıklamalarıyla gündemde. Ve muhalefette bu tartışmanın parçası haline gelmekte. Oysa, bu tartışma da esasen ortamı flu hale getirmektedir.
İsterseniz, bir tarafında siyasi iktidar olan, daha doğrusu siyasi iktidar tarafından yönetilen, yönlendirilen bu tartışma başlıklarını çoğaltabilirsiniz. Benim aklıma hemen ilk elden bu üçü geldi.
Peki, özellikle ortamın flu bir hale gelmesinden/getirilmesinden bahsediyorsak, bu tartışmaları ne yapacağız? Bu tartışmalarda nasıl bir tutum alacağız?
Aslında yanıt oldukça sade: Elimizin tersi ile iteceğiz.
Peki, neden?
Gerçekten, bu tartışmalar önemsiz mi?
Değil tabii. Ancak bir bütünün içine yerleştirilmemekteler. Bu nedenle de muhalefet yanlış sorulara cevaplar aramaktadır. Bunun yanında, siyasi iktidar yukarıda ifade ettiğim fiili “kurumsallaşma” aşaması sonrasında, şimdi esasen rejimin ve ana öğesi olarak da dinselleşmenin “hukuksallaşması” hedefi ile hareket etmekte. Esasen bunun oldukça önemli olduğunu düşünüyorum. Var olan hukuk zemininin dışına çıkan ve buraya geri dönmeyi düşünmeyen siyasi iktidar yeni bir hukuk zemini yaratmaya çalışmaktadır.
Anayasal değişiklikle hedefledikleri........
© Gazete Manifesto
visit website