menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mosquitoes (2025) Filmi Hakkında Nicole Bertani ve Valentina Bertani ile Söyleşi

9 0
15.11.2025

Kardeş yönetmenler Valentina Bertani ve Nicole Bertani’nin birlikte yönettiği ilk kurmaca uzun metrajlı iş olan Mosquitoes, 1997 yılında geçen, üç küçük kız çocuğunun çocukluktan büyümeye adım adım geçişini bir yaz mevsimi sürecinde anlatan otobiyografik izler taşıyan bir film. Film, 78. Locarno Film Festival’nda dünya prömiyerini gerçekleştirdi ve İtalya‐İsviçre‐Fransa ortak yapımı olarak resmi yarışma bölümünde yer aldı. Yönetmenler, çocukluk anılarını ve bakıcı kimliğindeki bir LGBTIQ figürü birleştirerek hem dönemin ruhunu hem de zamana yayılan toplumsal dönüşümleri perdeye taşıdı.

Yönetmenlerle gerçekleştirdiğimiz bu söyleşi, filmi takip eden sorularla onların yaratım sürecini, karakter yapılarını ve biçimsel tercihlerini birlikte keşfetmeyi amaçlıyor.

Filmin orijinal adı Le bambine. Le bambine, İtalyanca’da küçük kız çocukları anlamına geliyor. Bence filme hem içerik hem de ruh olarak çok yakışan, sade ama etkili bir başlık. Uluslararası dağıtımda bu isim Mosquitoes olarak değiştirilmiş. Evet, filmin başlarında sivrisineklerin gözünden bir bakış görüyoruz ama bu metafor hikâyenin geneline yayılmıyor. Hatta ilk anda slasher bir korku filmi izleyeceğimiz hissi bile doğuyor ama sonra çok başka, çok daha derin bir anlatıya geçiliyor. Bu bağlamda filmin isminin Mosquitoes olmasına ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Bu tercih sizin miydi yoksa yapımcı ya da dağıtımcı yönlendirmesi miydi? Ve sizce bu isim gerçekten filmin ruhunu yansıtıyor mu, yoksa kız çocuklarına dair yaygın algılara bir ironi mi taşıyor?

Mosquitoes (Sivrisinekler) adını bulmak bizim fikrimizdi. Filmi İtalya’da da bu isimle adlandırmak istemiştik, ama yapımcı buna razı olmadı. Hem büyüdüğümüz İtalyan şehri hem de filmin geçtiği şehir, bu küçük canlıların varlığıyla karakterizedir. Sivrisinekler gürültücüdür, rahatsız edicidir ve her yerdedir; işte bu yüzden filmin kahramanı olan üç küçük kız çocuğu ile aralarında bir paralellik kurduk. Eva onlara “Sivrisinekler” diyor.

Film büyük ölçüde kendi çocukluk anılarınıza dayanıyor. Mosquitoes gibi bu kadar kişisel bir hikâyeyi anlatmaya sizi ne yönlendirdi? Böyle yarı-otobiyografik bir projeyi hayata geçirirken, hele ki gerçek anıları grotesk ve stilize bir biçimde yeniden canlandırmak nasıl bir duyguydu? Örneğin filmdeki bazı ebeveyn karakterleri (sigara içen sessiz baba, bağımlı anne…) izleyiciye başta neredeyse karikatür gibi gelebiliyor. Fakat sonra anlıyoruz ki bunların çoğu gerçekten sizin yaşadığınız deneyimlerden geliyor. Bugünden baktığınızda hâlâ o karakterlerin birebir gerçek olduklarını mı düşünüyorsunuz, yoksa onların biraz da çocukluk hafızanızın abartılı gözlüğünden süzülerek hatırladığınız şekliyle mi yansıdıklarını düşünüyorsunuz?

Filmde gördüğünüz her şey, kızların gözlerinden görüldüğü hâliyle, gerçeğe dayanıyor. Örneğin babamız, Matteo Martari’nin canlandırdığı karakterle tıpatıp aynıdır; annemizse hemşireydi, kalıcı işini bırakıp oyuncak bebek yapımcısı oldu. Bakıcımızın adı Carlo’ydu, “Carlino” diye tanınırdı ve 90’larda açıkça eşcinsel bir bireydi. Hikâyeyi anlatabileceğimiz tek bakış açısı buydu, çünkü bütün bunlar olduğunda biz 9 ve 10 yaşındaydık. Azzurra, Marta ve Linda yaşanan her şeyin birebir gerçek olduğuna yemin eder. Muhtemelen 1990’lardaki Valentina ve Nicole de ellerini arkalarında bağlayarak öyle yaparlardı. Film, gerçeğin sinematik bir yeniden yorumudur. Unutamayacağımız ama tam olarak hatırlayamadığımız bir yazın hikâyesini anlatır. Bir göz yanılması gibi kalır akılda. Büyüdüğümüz sokağın hatlarını büken, tanıdığımızı sandığımız insanların yüzlerini ve seslerini değiştiren bir serap gibi.

Filmde 8, 9 ve 10 yaşındaki üç kız çocuğunun (Linda, Azzurra, Marta) erken yaşta olgunlaşmak zorunda bırakıldığını görüyoruz. Özellikle Linda, bağımlı bir annenin kızı olduğu için sorumluluk üstlenmek zorunda kalıyor. Ancak siz bu kızları tersine bir hikâyenin içine yerleştiriyorsunuz; büyümek zorunda kalan bu çocukları oyun oynayarak, yeniden çocuk olmaya çağırıyorsunuz. Bir bakıma kendi çocukluğunuza, kendi hayat hikâyenize de dönmüş oluyorsunuz. Sizce bu film, hem kendi geçmişinizi yeniden yaşamanın hem de erken büyümek zorunda kalan tüm çocuklara ses olmanın bir yolu mu? Bu filmi yapmak başta sizin iyileşmenize, çocukluğunuzla daha barışçıl bir ilişki kurmanıza vesile oldu mu?

Çocukluk sert bir dönemdir. Onunla baş etmenin aslında sadece iki yolu vardır: terapiye gitmek ya da onu bir filme dönüştürmek. Biz ikincisini seçtik. Gerçi Mosquitoes’u çektikten sonra, muhtemelen her zamankinden çok terapiye ihtiyacımız var. Bu hikâye üzerinde yıllarca çalıştık; kişisel bir anıyı daha geniş bir yankı bulabilecek bir şeye dönüştürdük. Şimdi artık, dinlemeye hazır olan herkesle sırlarımızı paylaşmaya hazırız. Mosquitoes’u geleceğin tüm küçük kız çocuklarına adadık. Bugün, özellikle de yaşanan jeopolitik sorunlar nedeniyle, çok fazla çocuk çok erken büyümek zorunda kalıyor. Dileğimiz, bir gün kendi çocukluk oyunlarını yeniden sahiplenebilmeleri.

Filmi özellikle 1997 yılına yerleştirdiniz, yani kendi çocukluğunuzun geçtiği döneme. Bu hikâyeyi hiç günümüzde çekmeyi düşündünüz mü, yoksa en başından beri “90’larda geçmeli!” diyerek mi yola çıktınız? Sizce bu yaşananlar sadece 90’larda çocuk olmakla mı ilgiliydi? Yani günümüzün teknolojisiyle tüm bu yaşananlar daha travmatik mi yoksa daha sıradan bir şekilde mi geçirilirdi? Ayrıca 90’lar ruhunu hissettirmek için mutlaka eklemek istediğiniz özel detaylar nelerdi ve bu dönem atmosferini yaratırken hangi zorluklarla karşılaştınız?

Hikâyemiz aslında tam da o yıllarda geçti, bu yüzden onu hangi dönemde konumlandıracağımız konusunda hiç tereddüt etmedik. 1990’lar -özellikle de 1997- moda, siyaset ve kültürde büyük değişimlerin yaşandığı, bu yüzden de gerçekten ikonik sayılabilecek yıllardı. Hikâyemiz bugün geçseydi, aradan otuz yıldan az zaman geçmiş olmasına rağmen, çok farklı olurdu; çünkü çocukluk bambaşkaydı. Teknoloji henüz hayatımıza sızmamıştı, çizgi film izlemek için doğru zamanı beklerdik, video oyunlarını birlikte oynardık, birbirimizin kapı zillerini çalardık ve yazlarımızı can sıkıntısıyla geçirirdik. O yılların atmosferini yeniden yaratmak için doygun renkler, dönemine ait mobilyalar, set tasarımı ve o dönemin İtalyan şarkıları gibi unsurlar kullandık. O zamana özgü ruh hâlini ve duyguları çağrıştırmaya çalıştık. Bazı sahnelerde bunu bilerek abarttık hatta. Tıpkı babalarının sevdiği sigarasını içtiği sahnede, kızların gözünden tüm odanın dumanla doluymuş gibi görünmesi gibi.

Filmin büyük bölümünü 1:1 kare formatta izliyoruz ve finalde ise geniş........

© Film Hafızası