Kış kampı
Denizden de ana karadan da baktığınızda Bozcaada, Ege Denizi’nin Çanakkale Boğazı girişindeki mavi sularında salınan, kuyruğu küçücük kalmış bir balık gibi görünür. Yassı bir tepe, denize doğru hafif bir eğimle iner ve koyu mavi sularda kaybolup gider...
Ege denizinin dinmeyen rüzgarı adanın kaderini de belirlemiştir. Rüzgara açık yamaçlarda makilik ve kırçıl otlar dışında bir bitki yetişmediği için adı da bu yüzden Bozcaada olmuştur.
Adanın çukurda kalmış, rüzgar tutmayan düzlüklerinde yetişen üzüm asmaları kendi cennetlerini bulmuş gibidirler. Öylesine farklı bir üzümdür ki bu ne yaş olarak yemeye doyabilirsiniz, ne şarabına...
Mayhoş ve şekerli, ıtırlı ve karanfil kokulu, açık yeşil ve sarı...
Şeffaf teninden içindeki küçük pembe çekirdekleri görünen salkımları ile toprağın ve denizin kekremsiliğini taşıyan bir lezzet...
“Çavuş üzümü” denir bu üzüme. Rivayete göre Osmanlı ordusundan bir çavuş tarafından Mekke yakınlarındaki Taif’ten getirilip adaya dikilmiş, yetişen üzüm Padişah III. Ahmet’in sofrasına kadar gitmiştir. Üzüm, lezzetine bayılan padişahın buyruğu ile çoğaltılmış, hatta fideleri Fransa Kralı XV. Louis’ye hediye edilmiştir. O da fideleri Parc de Versailles’a diktirmiştir.
Bozcaada’nın dört farklı üzüm çeşidinden yaş olarak tüketilen en lezzetli üzümü işte bu çavuş üzümüdür. Kuntra ve karalahnadan kırmızı, çavuş ve vasilakiden ise beyaz, açık pembe lezzetli mi lezzetli şaraplar kurulur.
Adanın her bağında da olmaz bu çavuş üzümleri. Olan bağlardaki üzümler ise temmuz ayından itibaren yenilmeye başlar ve genellikle adayı dolduran turistler tarafından kısa sürede kapış kapış tüketilir. Sadece adanın yerlileri bu üzümden biraz misafirleri ile yemek için biraz da sofralık beyaz şarap kurmak için ayırırlar.
*
Odunluk iskelesinin yanındaki sahilde motokaravanını kuzeyden esen soğuk rüzgara siperlik eden Tuğrul, seyyar masasını sulu sepken kar yağışından korunmak için sığındığı tentenin tam altında yerleştirmişti. Yanı başında ateş çukurunun içinde biraz önce attığı kuru odunlar çıtırtılarla yanıyordu. Arada düşen kar taneleri nedeniyle cızlayarak yanan oduna tentenin üzerine vuran yağmurun sesi karışıyor, boynunu kalın kaba kumaştan yapılmış gocuğunun içine gömmüş Turgut, bir elini ateşe uzatıp ısınırken, diğer elindeki çavuş üzümünden yapılmış şarap ile içini ısıtıyordu.
İyi bir şarap tadımcısı olmakla övünürdü hep. Çavuş üzümünün tadını Mardin’de yediği mezrone cinsi üzümle kıyaslardı sadece. Yine de çavuştaki aromayı, o daha ağza alır almaz kıtır susam taneleri gibi dağılan çekirdeğini, incecik kabuğunu düşündüğünde mezronenin bile çavuşun yanında sönük kaldığını söylerdi herkese.
Gün ikindiye evrilmiş, Tuğrul şişenin dibini görmüş, ateş çukurundaki odunlara yenileri........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar