menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Pasolini için futbol: Büyüsü bozulmuş dünyanın son sığınağı

11 1
08.11.2025

Geçtiğimiz pazar, ölümünün ellinci yıl dönümünü idrak ettiğimiz Pier Paoli Pasolini’yi bir futbol sahasında öldürmüşlerdi. Ostia sahilinin yanındaki, cesedinin sopa darbeleriyle lime lime edilmiş hâlde bulunduğu o arsa, büyük İtalyan yönetmenin çok sevdiği mahalle maçları için alelacele kurulmuş bir sahaydı.

Cinayetten neredeyse yirmi yıl sonra, bugün hâlâ gizemle çevrili olan o olayın ardından, Nanni Moretti, 1993 yapımı filmi “Caro diario”da (Sevgili Günlüğüm) Vespa’sıyla Roma’dan deniz kıyısını takip ederek tam o noktaya vardığında, o derme çatma kaleler hâlâ yerlerindeydi.
Futbol onun için, kendi çağında eksildiğini düşündüğü iki unsurun birleşimiydi: Ritüel olan ve popüler olan. Pasolini için futbol, dünyanın büyüsünün bozulmasına karşı son sığınaktı.

Futbolun bu denli heyecan verici oluşu ve kimilerinin onunla tutkulu bir bağ kurması, oyunun romantik niteliğinden gelir. Pasolini, çoğu zaman şiddetine ve ticarî tarafına indirgenen meşin yuvarlağın şiirsel boyutu üzerine çok yazdı. Topla kusursuz icra edilmiş bir hareketi ya da üstün bir etkililikle sergilenen oyunu görüp de kendinden geçmeyen kim vardır? İtalyan düşünür de ona belli bir zarafetle saygı duruşunda bulunur.
Pasolini, sınırları zorlayan şiiri, şiirsel sineması ve sarsıcı düşünceleriyle tanınır. Onun futbol felsefesi ise daha az bilinir. Oysa modern futbolu anlamak bakımından aydınlatıcı metinlerini yeniden okumak bize çok şey kazandırır. Pasolini hayatını hep şiirle ve futbolla iç içe sürdürdü; onu hiç terk etmeyen bu iki tutkuya ömrünü adadı.

Tıpkı 17 Mart 1975’te, Parma’nın yerel bir gazetesinin, “Bertolucci, Pasolini’yi yendi!” manşetini attığı gün olduğu gibi. Birbirinden sadece birkaç kilometre ötede film çeken iki yönetmeni barıştırmak için düzenlenen sıra dışı bir maçın hikâyesi bu. Her biri kendi ekibini kurmaya karar verir ve buluşma, Parma’daki bir futbol sahasında oynanır. Bertolucci, sahaya neredeyse bütünüyle yarı-profesyonel futbolculardan oluşan bir kadroyla çıkarak fair-play’den uzaklaşır. Bu isimlerden biri de o dönem az bilinen ve henüz 16 yaşında olan Carlo Ancelotti idir. İtalyan teknik direktör, bu efsanevî maçı hafif bir nostaljiyle şöyle anıyor: “O zamanlar 4-4-2 ya da 4-3-3 bile yoktu, ama çok güzeldi: Mamma mia, ne kadar güzeldi! Mutlak bir özgürlüktü.” Pasolini’nin takımı o maçı 5-2 kaybeder ve kara öfkesini gizleyemez.
Pasolini özellikle Friuli kıyılarındaki plajlarda, Edoardo Reja ve Fabio Capello gibi İtalya’nın büyük futbolcularıyla oynayarak yazlarını geçirir. Reja, verdiği bir röportajda yönetmenle tanışmasını şöyle anlatır: “Grado’da oldu. O dönemin az çok ünlü futbolcuları bu plaja gelirdi ve Pasolini de her yıl o civarda bulunurdu. Orada akşamları top oynadığımız bir saha vardı. Pasolini çok hızlı bir kanattı, teknik olarak da çok yetenekliydi. Bazen onu ben tutardım ve durdurmak için birkaç çelme atmam gerekirdi.”

Pasolini’nin futbola dair düşüncesinin ayırt edici yanı, futbolu bir dil olarak görmesidir. Ona göre futbol, tıpkı İtalyanca gibi bir işaretler sistemidir. Sözsüz bir dil olsa da kodlardan yoksun değildir. Bu bakımdan İtalyanca da yalnızca o dili konuşanların anlayabileceği, çözüp okuyabileceği bir kodlar sistemidir; hekimlerin yalnızca kendilerinin anlayabildiği uzman jargonu gibi alt kodlara ayrılır. Aynı şey futbol için de geçerlidir. Şöyle der Pasolini futbol için: “Karşılaştırma ölçütü olarak derhâl ele aldığımız yazı–konuşma dilinin tüm temel özelliklerine........

© Evrensel