menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Memleketten notlar-3

6 0
13.10.2025

Bir önceki ‘Memleketten notlar’ başlıklı yazımda, Doğu ve Güneydoğu gezimin Siverek bölümüne kadar notlarımı aktarmıştım. Elbette köşe yazısına sığdırılan anlatım, kitap hacmindeki gezi notları kadar ayrıntı içeremez. O yüzden; gözlem, tespit ve yorumlarımı, olabildiğince özetlemeye çalışıyorum.

Konakladığım Siverek’ten sonra, menzilimde Menzil vardı.

Yol üzerindeki Nissibi Köprüsü, Siverek ile Kâhta arasında, Atatürk Barajı’nın buralara kadar uzanan göleti üzerine kurulmuş, ‘gergin eğik askılı’ bir köprü… Yapımına 2012’de başlanan köprü, 21 Mayıs 2015’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hizmete açılmıştı.

İstanbul ve Çanakkale’deki köprüler kadar olmasa bile, 610 metre uzunluğuyla, hayli gösterişli bir asma köprü…

Türkiye’deki dinî içerikli toplumsal yapıların muhtemelen en yaygını olan Menzil’in tasavvuf silsilesi, Buhara’da metfun bulunan büyük Türk mutasavvıfı, Bahaeddin Nakşibend Hazretlerine dayandırılıyor.

Türkiye, maalesef bir FETÖ dönemi yaşadı. Dinî görünümlü olmakla birlikte ABD-İsrail eksenli bir terör/istihbarat yapılanması olduğu 15 Temmuz 2016’deki darbe girişimiyle tam olarak tescillenen FETÖ terör örgütü yüzünden, insanlarımızda, tarikat ve cemaatlere karşı ciddi bir kuşku uyandığı malûm.

DİNİ YAPILARA MUHTELİF BAKIŞ AÇILARI

Nitekim Menzil olarak bilinen yapı da bu derin kuşkudan nasibini alıyor. Gerek mekân olarak, gerekse cemaat/tarikat yapılanması bağlamında Menzil’le ilgili çok uzun yazılar yazılabilir.

Ki, bilhassa ‘içerik’ üzerine yazılacaklar, nihayetinde 24 saati bulmayan bir ziyaret süresindeki bilgi ve gözlemlere dayandırılamaz. Daha uzun, daha kapsamlı ve daha ayrıntılı temaslar, söyleşiler ve gözlemler gerektirir, yapılacak değerlendirmeler.

Dinî içerikli yapılara olan bakış, genellikle 3 farklı gözle oluyor:

Batılılar: Batı merkezli bilim ve kültür adamlarının sergilediği Oryantalist bakış, Müslümanca olan şeyleri, ‘dışlayan/soyutlayan/ötekileştiren/yargılayan’ nazarlar yorumluyor. Buna, Hıristiyanca bir bakış açısı diyelim.

Batıcılar: yani Müslüman toplum içinde yaşayıp da kendisini Batı medeniyetine (ki, Batı bir medeniyet değildir) ait hissedenler, İslamî grup ve yapılara, çoğu zaman katı ve acımasız eleştirellikle yaklaşıyor. O bakış açısı, Müslümanlığın ‘ferdi aşan’ ve ‘toplumsal nitelik taşıyan’ tüm anlayış ve yapılanmalarını, kendi yaşam tarzlarına dönük bir potansiyel tehdit olarak görüyor. Dolayısıyla, ‘laiklik’ temelli değerlendirmeleri, ‘ilericilik/gericilik’ sığlığıyla malul bulunuyor.

Müntesipler: Üçüncü bakış açısı ise; ‘mensubiyet’, ‘teslimiyet’ ve ‘sınırsız müsamaha’ nazarına dayanıyor. Bu bakış, cemaat/tarikatı tamamen içselleştirip, eleştirilemez bir noktadan ele alıyor. Hal böyle olunca, mesele, ifrat ile tefrit arasında gidip gelen bir sarkaç mantığıyla değerlendiriliyor.

BAĞIMSIZ VE NESNEL BİR GÖZLE BAKARSAK

Her üç noktayı nazar da, ele alınan cemaat/tarikat hakkında tarafsız ve güvenilir veri sunmuyor.

Burada akla şu soru gelecektir: Peki, bu satırları yazan hangi noktadan bakıyor bu tarz meselelere?

Şöyle diyelim: Bağımsız, bağlantısız ve yaşayan hiçbir ‘ulu kişiye’ hayranlık duymayanİlmî değil fakat kültürel düzeyde hazmedilmiş Kuran ve Sünnet bilgileri ışığında... Olabildiğince tarafsız, fakat aynı zamanda mensubu olduğu inancın temel değerlerine saygıyı ihmal etmeyen bir nazar… Bakmaya çalıştığımız ‘açı’ burası…

Hal böyle de, bir köşe yazısının birkaç paragrafında, önemli bir dinî yapılanma hakkında ne kadar gözlem ve........

© Eurovizyon