Şu an bu yazıyı okumaya başlayan okur, yazının merhabası bu defa bir soru olsun ne dersin? Başlığı okudun, bu sana ilk olarak ne düşündürdü? En son hangi oyunu okudun, okurken ne hissettin?

Birçok kişinin Shakespeare ve Çehov dışında pek tiyatro oyunu okumadığını tahmin ediyorum. Bu haklı bir istatistik. Çünkü tiyatro oyunlarının okunabilirliğinden habersiz, yalnızca oynandığını düşünen bir okur kitlemiz var. Hepimiz az ya da çok tiyatroya gidiyor, ünlü oyuncuların sahne performanslarını merak ediyor, evlerimizde skeç şeklinde tasarlanmış televizyon programlarını izliyor ve hatta tiyatrocuların yaptığı işlere gönlümüzü kaptırıyoruz. Fakat bir türlü tiyatro oyunu okumuyoruz. Okumaya karar verdiğimiz zaman ilk tercih olarak klasik metinlerle başlıyor ve bize ait olmayan bir zaman ve üslupla karşılaşıyoruz. Bilindik yerden seçim yaparak Shakespeare sonelerini okumaya başlayanlar güzel cümleler yakalıyor fakat tam anlamıyla metne teslim olmuyorlar. Aynı şey klasik oyunlarda ve Antik Yunan metinlerinde de yaşanıyor. Çünkü bu oyunlar içinde başka bir zamanın yaşantısını taşıyor. O üslubu bilmeden, o insanları hayal etmeden, o altyapıyı incelemeden oyunu şıp diye anlamak ve zihnimizdeki kitaplığa yerleştirmek mümkün değil.

Tiyatrolarımızda çoğunlukla bu metinlerin sahnelendiğini görüyoruz. Fakat kendi zamanımızın sesini duyuran, bizimle aynı mahallede soluk alıp veren yazarın oyununu okumuyoruz. Değeri zamanla ilişkilendiriyor, bir yapıta hak ettiği değeri ancak sahibi öldükten sonra verebiliyoruz. Klasikler, Antik Yunan metinleri elbette çok kıymetli. Bugün o metinler psikomitoloji ve tarih bilinci olarak bize hizmet etmeye devam ediyor. Fakat artık kimse kılıçlarla savaştan dönerken üç cadıyla karşılaşmıyor. Bugünün savaşçıları işten görünmez yaralarla eve dönerken kulaklıklarını takıyor ve gelişine şarkı seçiyor. Bugünün insanı geleceğe temas edebilmek için doğum haritasının peşine düşüyor. Bugün hiçbir Tanrı Prometheus gibi insanlığa ateşi verdi diye ömür boyu cezalandırılmıyor, tersine insanlık yapay zekâyla Tanrı’ya meydan okuyor. Tiyatro tarihinin tüm oyunları anlamını bugün hâlâ yaşamlarımızda yankılıyor. Evet hâlâ Tanrı’yla, kaderle, inançla, iradeyle, hırsla, tutkuyla, aşkla harmanlanıyor; bunlarla mücadele ediyor, bunlarla deviniyor, bunları hikâyeliyoruz. Fakat bunları aynı insan, aynı kuşak, aynı bilinç yaşamıyor. Temalar aynı kalsa da insanlığın genetik mirası değişime uğruyor. İşte bu değişim her türlü alışkanlığın değişebileceğine dair ümit veriyor ve “tiyatro okuru” düşünü kurduruyor. Üstelik modern Türk tiyatrosu kendi kuşağının içinde yepyeni oyun yazarları yetiştiriyor. Aslında biz tiyatronun oyun dilini seviyor, bu dili yaratan tiyatrocuları ve onların yaptıkları işleri takip ediyor, bir şekilde o dille bağlantı kuruyoruz. Gelin birlikte bakalım…

Berkun Oya yaptığı her işe içindekini sözcük matematiğini işliyor. Bir Başkadır, Cici, Kuvvetli Bir Alkış… Hepsinde yaşamın içinde bir sahne kuruluyor. Yalın insan, olağan davranış ve günlük konuşmalarla farkında olmadan ürettiğimiz insani anlam ortaya çıkıyor. Berkun Oya’nın yazdıklarının bir kolajı olarak yayımlanan Esneyen Boşluk* tiyatro okuruyla buluşma ümidi taşıyor.

Yılmaz Erdoğan, İnci Taneleri dizisiyle sadık bir izleyici kitlesi kazandı. Onun dille kurduğu bağ, diziye yerleştirdiği edebi cümleler ve düzeltmeler sosyal medyada gündem oluyor. O izleyici içinde bir yerde yarınların tiyatro okuru olma potansiyeli taşıyor. Çünkü bugün sözcüklere gönül vermiş Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı işe zaman ayırıyor.

Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin adlı oyundan çıktığımda düşündüğüm ilk şey, “Bu oyunu kim yazdı?” sorusu oldu. Oyunun yazarı ve yönetmeni olan Murat Mahmutyazıcıoğlu kalemiyle işte böyle tanıştım. Ardından ona ait olan Istırap Korosu ve Toz adlı oyunlarını okudum. Tiyatroya hizmet eden yayınevi Habitus ile işte böyle tanıştım. Murat Mahmutyazıcıoğlu replikleri oyuncak gibi yazıyor. Her oyuncunun bedeninde ve dilinde bambaşka bir ruh bulabilir ama okurken de insanın içinde bir hayal uyanıyor. Üslubuyla modern Türk tiyatrosunda oyun okunabilirliğine bambaşka bir boyut kazandırıyor. Bilindik, güncel bir düzlemde, kendi zamanımızda olan biteni anlatıyor. Duygu yüklü diyaloglar yazmak yerine bir bütün halinde okunduğunda duygu üreten konuşmalar tasarlıyor.

Öyleyse neden tiyatro okurluğu gerçek olmasın?

Bizim zamanımızı yazan yüzlerce yeni oyun yazarı var. Yazıyorlar, kitaplaştırmak ve okura ulaştırmak istiyorlar. Fakat bu yolda o kadar çok engelle karşılaşıyorlar ki… En zoru da oyunların yalnızlığı. Edebiyat âleminde okur özlemi duyan ve kitap raflarında kendini en yalnız hisseden tür tiyatro oyunları. Doğası gereği oyun yaratmak için yazıldılar fakat formuna kavuşan her kitap gibi delicesine okunmak istiyorlar. İçlerinde henüz can üflenmemiş insan tasarımları var. Okurken bunu hissediyorsunuz. Mekânı ve zamanı biliyor, karakterlerin monologlarını ve diyaloglarını takip ediyor fakat yine de eksik hissediyorsunuz.

Peki nedir bizi hikâyenin içine bir türlü tam anlamıyla salmayan o eksiklik?

Yazar payı.

Kurguda yazar ister istemez kendini metnin içine yerleştirir. Karakterleri iç ve dış dünyalarıyla metne diker. Olanı, olayı, odayı betimler. Senaryo ve tiyatro metni ise oyuncunun payını bekler. Oyuncunun seçeceği alt metinlerle şekillenir. Dolayısıyla bu metinlerin edebi güzellemelerden uzak, yalın, günlük ve karaktere uygun anlamı taşıması gerekir. Oyun okumak bu yüzden insanın kendisine ait bir düş yaratır. Okuduğumuz oyun herkesin içinde bambaşka bir sahnede, bambaşka oyuncularla oynanır.

Bir oyuncu olarak eklemeliyim: sanmayın ki tiyatro oyunları tümden yalnızdır, onları hiç terk etmeyen sadık bir okur kitlesi vardır: oyuncular. Oyun oynama güdüyle, neşesiyle, çocuksuluğuyla bağını hiç koparmayan bu insanlar kitaplıklarında oyun koleksiyonu yaratırlar. Bu açıdan bakıldığında oyunlar, kendilerine ait olan insanlarla sarılılar. Kalabalık değil, sınırlı.

Kolektif değil, kabile.

Rahminde bir hayalle beklemekte: Bir gün neden tiyatro okuru düşü gerçeğimiz olmasın? Bu insanlar neden okudukları oyunu izlemenin, izledikleri oyunu okumanın keyfine varmasın?

Kendi zamanımızın gücü ve iradesiyle, mümkün.

Hayata ve ruha katkı olsun.

* Esneyen Boşluk, Berkun Oya, Everest Yayınları, İstanbul, 2017.

QOSHE - İpek Sözen yazdı: Tiyatro Oyunları İnsanın Kendisi Kadar Yalnızdır - İpek Sözen
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

İpek Sözen yazdı: Tiyatro Oyunları İnsanın Kendisi Kadar Yalnızdır

9 5
14.04.2024

Şu an bu yazıyı okumaya başlayan okur, yazının merhabası bu defa bir soru olsun ne dersin? Başlığı okudun, bu sana ilk olarak ne düşündürdü? En son hangi oyunu okudun, okurken ne hissettin?

Birçok kişinin Shakespeare ve Çehov dışında pek tiyatro oyunu okumadığını tahmin ediyorum. Bu haklı bir istatistik. Çünkü tiyatro oyunlarının okunabilirliğinden habersiz, yalnızca oynandığını düşünen bir okur kitlemiz var. Hepimiz az ya da çok tiyatroya gidiyor, ünlü oyuncuların sahne performanslarını merak ediyor, evlerimizde skeç şeklinde tasarlanmış televizyon programlarını izliyor ve hatta tiyatrocuların yaptığı işlere gönlümüzü kaptırıyoruz. Fakat bir türlü tiyatro oyunu okumuyoruz. Okumaya karar verdiğimiz zaman ilk tercih olarak klasik metinlerle başlıyor ve bize ait olmayan bir zaman ve üslupla karşılaşıyoruz. Bilindik yerden seçim yaparak Shakespeare sonelerini okumaya başlayanlar güzel cümleler yakalıyor fakat tam anlamıyla metne teslim olmuyorlar. Aynı şey klasik oyunlarda ve Antik Yunan metinlerinde de yaşanıyor. Çünkü bu oyunlar içinde başka bir zamanın yaşantısını taşıyor. O üslubu bilmeden, o insanları hayal etmeden, o altyapıyı incelemeden oyunu şıp diye anlamak ve zihnimizdeki kitaplığa yerleştirmek mümkün değil.

Tiyatrolarımızda çoğunlukla bu metinlerin sahnelendiğini görüyoruz. Fakat kendi zamanımızın sesini duyuran, bizimle aynı mahallede soluk alıp veren yazarın oyununu okumuyoruz. Değeri zamanla ilişkilendiriyor, bir yapıta hak ettiği değeri ancak sahibi öldükten sonra verebiliyoruz. Klasikler, Antik Yunan metinleri elbette çok kıymetli. Bugün o metinler psikomitoloji ve tarih bilinci olarak bize hizmet etmeye devam ediyor. Fakat artık kimse kılıçlarla savaştan dönerken üç cadıyla karşılaşmıyor. Bugünün savaşçıları işten görünmez yaralarla eve dönerken kulaklıklarını takıyor ve gelişine şarkı seçiyor. Bugünün insanı geleceğe temas edebilmek için doğum haritasının peşine düşüyor. Bugün hiçbir Tanrı Prometheus gibi insanlığa ateşi verdi diye ömür boyu cezalandırılmıyor, tersine insanlık yapay zekâyla Tanrı’ya meydan okuyor. Tiyatro tarihinin tüm oyunları anlamını bugün hâlâ yaşamlarımızda........

© Edebiyat Burada


Get it on Google Play