Böyle bir seçim sonucu karşısında gereğinden fazla iri sözler sarf etmeden, aceleci davranmadan ve hiç uzatmadan birkaç şey söylemek mümkün.

Öncelikle, kısa bir ‘rejim’ yorumu: Kapitalizmin vardığı aşamadan ve temsili demokrasilerin giderek ‘temsil etme’ vasfını yitirmesinden kaynaklı dünya çapında otoriterleşme ve Türkiye’deki karşılığı parti-devlet rejimi gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bunun toprağımızdaki en somut ürünü 2017 anayasa/rejim değişikliğiydi. 2017’den itibaren yazdığımı yinelemek isterim: Hiçbir demokratik rejimde benzeri olmayan ve Türkiye’nin anayasal geleneğini tümüyle yok sayan bu sistemin vaat ettiği tek şey ‘yönetilemezlik’ idi ve öyle olmaya devam edecek. Türkiye demokrasisi hep cılızdı, buna mukabil Türkiye demokrasisi, hâlihazırdaki parti-devlet rejimi için fazla gelişkin. Azeri ve Türkmen ‘gardaşlarımızla’ aramızda bir fark var müsaadenizle, Osmanlı-Türk anayasal/demokrasi birikimine çok haksızlık etmemek gerek. Ne yönetenlerin kibri, ne muktedirin çevresini sarmış irili ufaklı ‘çakma filozoflar’ın boş lafları, bu gerçeğin görülmesini engellemeli.

Birkaç konunun altını çizmek istiyorum:

31 Mart yerel seçimi sonuçları, bir süredir bu ülkenin başına gelen en iyi şey. Abartmamak gerekir, doğru; buna mukabil 1 Nisan’ın önemini görmek şart.

Yoksul halk yığınları, partilerinin söylemini pek umursamadan bir cephe oluşturmuşa benziyor. Demirel’in meşhur ‘boş tencere’ varsayımı bir yıl gecikmeyle doğrulandı gibi. Mayıs seçiminden sonra giderek ağırlaşan, tahammülü hakikaten zor ‘geçim derdi’nin bir sonucu olmalıydı, oldu.

Ancak, insan evladı mideden ibaret değil. Doğrusu, katlanılmaz hale gelen bir başka sorun adaletsizlik ve yargıdaki akıl almaz işler, sade yurttaşın olup bitene bakışını etkiledi. Örneğin, Türkiye’nin yeni ve pek vahim bir aşamaya geçtiğini gösteren ‘Can Atalay’ kararı, ahalinin canını sıkan etmenlerden biri. Dehşet verici ‘Ülke babamızın malı, siz de kölemizsiniz, canımız ne isterse onu yaparız’ kibrinin, gelişmeleri takip eden sıradan ve mutedil bir yurttaşın asabını bozması, geleceğe yönelik kaygıyı artırması çok muhtemel.

CHP başarılı oldu. Bu, bir yandan CHP’nin yeni yönetiminin becerisi. Diğer yandan, sonuçta, katılımın yüzde 80’in altına düşmesinin, bir başka söyleyişle sandığa gitmeyen AKP seçmeninin de payı var gibi görünüyor. Bunlar zaman içinde yapılan çalışmalarla daha iyi anlaşılacak, keskin sonuçlara varmak için henüz erken. Gerçek şu ki CHP, 1977’den sonraki en yüksek oy oranına ulaştı ve bir önceki yerel seçimden bugüne oyunu artırdı.

CHP’nin başarısındaki en önemli etmenlerden biri, yönetim değişikliği. Eğer Kılıçdaroğlu kongreyi kazansaydı, yerel seçimler de bir felaketle sonuçlanacaktı muhtemelen.

Kılıçdaroğlu’nun CHP’ye (ve ülkeye) iki büyük faydası oldu; biri gelirken, diğeri giderken. Henüz bunamadığım için gayet iyi hatırladığım ‘Baykal CHP’si gibi bir garabeti devralıp onu farklı halk kesimleriyle buluşturması, ‘tipik CHP’li’ imajını değiştirmesi, bugünün CHP’sinin yapı taşlarıdır. Nitekim, 2019’da hiç kimsenin tanımadığı İmamoğlu’nun adaylığında ısrar etmesi de söz konusu değişim çabasının ürünüydü. 2023 seçimleri sürecindeki tutumu ve hezimetteki payı üzerindeki tartışma ise hiç bitmeyecek. Fakat asıl vahimi, iki tur arasındaki hali ve seçim sonrasındaki davranışlarıydı. Kongreyi kaybetmesi gerekiyordu, neyse ki kaybetti. Kılıçdaroğlu’nun partisine ve ülkeye ikinci büyük yararı budur, tanık olanları mahcup eden bir hırsla girdiği kongreyi kaybetmesi. Allah sağlık sıhhat versin, onun ve çevresindeki lüzumsuzların mağlubiyeti, cümlemizin kazancı oldu.

Başarıdaki bir başka faktör, Altılı Masa’nın dağılması. Allahtan herkes ‘özü başına’ girdi seçime ve böylece hem CHP hem İmamoğlu rahat etti. Ülke-şehir ittifakı, İstanbul ittifakı, son derece akıllıca bir tercihti.

Geçen ayki yazımda, ‘Neyse ki seçmen var’ demiştim. Bu sürecin en olumlu gelişmelerinden biri, Mayıs 2023’te partilerinin ve siyasetçilerinin perişanlığını gören seçmenin parti ‘bağını’ biraz olsun gevşetmesidir. Partiler bundan ders almalı, ancak özellikle sağ partilerin o dersi alacağından pek umudum yok. Misal, birileri onlara, “Nasıl DEM’leniyor musunuz, ha ha ha” haricinde ve mümkünse biraz daha zekâ ve ahlak içeren bir şeyler söylemeleri gerektiğini hatırlatmalı. Zevzekliği siyaset zanneden, halktaki bıkkınlık ve değişim talebini görmezden gelen ve ömrünü hamasete adamış siyasetçilerin ve siyasetin sonu geldi. Şimdi arada bir kahvelerde buluşup birbirlerine ‘DEM’lendin mi?’ esprisi yapabilirler.

Seçim sonucunda, hiç kuşkusuz Kürt seçmenin, DEM seçmeninin katkısı var, her zaman olduğu gibi. Özgür Özel ve İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu söyleminin bir adım önüne geçmesi etki yarattı. Türkiye’nin en çok eziyet edilen siyasi hareketinin mensupları ve seçmeni, ağırlığını bir kez daha ‘demokrasi’den yana koydu.

Burada, yine daha sonra uzunca yazmak üzere, bir şey söylemek isterim: Türkiye’de siyasetçilerin toplumu-seçmeni geriden takip etmesi, yalnızca Türk siyasetçisinin sorunu değil. ‘Zana yılları’ndan bugüne köprünün altından çok su aktı. Örneğin, İstanbul’da İmamoğlu’na oy veren Kürtlerin oyunun bütünüyle ‘emanet’ olduğundan emin miyiz, ben hiç değilim doğrusu. Dolayısıyla, Meral Danış Beştaş’ın seçim gecesi yaptığı açıklama acele ve gereksizdi.

Seçim gecesi İmamoğlu da, Özel de iyi konuştu. Özellikle Özgür Özel’in konuşması çok iyiydi. Yıllar sonra ilk kez, seçim kazanmış bir parti liderinin sağa sola hakaret etmeden, muhatabıyla dalga geçmeden, hiç kimseyi aşağılamadan, duyarlı ve anlayışlı bir konuşma yapması, toplum ortalaması bakımından sağaltıcı etki yapacaktır.

Özet ve sonuç;

AKP ve lideri için ‘metal yorgunluğu’ kavramının yetersiz kalacağı bir seçim sonucuyla karşı karşıyayız. AKP, tohumu toprağa 1994’te düşen bir ‘yerel yönetim’ partisidir. Yerelde güçlendi, yerelde hizmet sundu, toplumla ve tarikatlarla ilişkisini yerelde kurdu, yerelin ‘musluğunu’ kullandı, yerel yönetimleri her düzeyde ekmek kapısına dönüştürdü. Hal böyleyken, sıradan bir kayıptan değil, bir dönüm noktasından söz ediyoruz. Mesele, parti-devlet rejiminin bu sonuca-dönüşüme nasıl tepki göstereceği. Bekleyip görelim.

Seçimin yıldızı, elbette İmamoğlu ve İstanbul. İstanbul’da yaşamayanların buradaki dinamikleri kavraması güç. İstanbul, ülke nüfusunun neredeyse dörtte birinin yaşadığı bir şehir, şehirden çok bir ülke gibi. İmamoğlu yalnızca tepki oyu filan almadı; iyi yönettiği için, şehri güzelleştirdiği için, kamusal mekanların çokluğuna ve niteliğine önem verdiği için, hizmet sunmada ayrımcılık yapmadığı için, ezcümle, hakikaten çalıştığı için parladı. Üzerine, Demirel ile kıyaslanabilecek (kuşkusuz onun daha solunda) siyasetçi kumaşını, yeteneği de eklenince, başardı. Artık, önümüzdeki seçimin cumhurbaşkanı adayı. Kişisel olarak, malum bileşenleriyle ‘Devlet’in Mansur Yavaş’a yatırım yapacağını düşünmekle birlikte, İmamoğlu’nun artık en ciddi ve umut veren aday olduğu kanısındayım. Şunu ihmal etmemekte yarar var; artık ‘Batı’ Türkiye’ye baktığında, ikinci ve geleceği temsil eden bir siyasi figür daha görüyor. Bu durumun, ‘zamanı’ hızlandıracağını tahmin ediyorum.

Türkiye, umut için de umutsuzluk için de yanlış ülke. Bir gerçek var ki böyle rejimlerin inşası için fazla gelişmiş bir yer ve seçmen (biraz da elinde başka bir araç olmadığı için) ödül ve ceza vermek konusunda mahir.

Geleyim ‘benim’ semtlerime…

Üsküdar’da Sinem Dedetaş’ın kazanmasını bekliyordum, çok ama çok büyük kazanç oldu. Dedetaş yıllar içinde daha da parlayacak, kuşkunuz olmasın. Eyüp, birkaç seçimdir sinyal veriyordu, kısmet 2024’e imiş. Bizim ‘Mülkiyeli’ Mithat Bülent Özmen’in çok başarılı olacağını düşünüyorum. Fatih, Mahir Polat gibi büyük bir şansı elinden kaçırdı. Çok az fark var ve sonuç, iyi çalışılırsa bir sonraki seçimde alınabileceğini gösteriyor. Kim bilir, belki Mahir Polat önümüzdeki seçimde büyük şehir adayı olur ve kazanır, dur bakalım.

Güzel bir ‘bahar’ olacağa benziyor. Sevinmeyi unutmuş milyonlarca seçmenin yüzünün gülmesi bile, yeterince değerli.

QOSHE - Doğru ya, bir de halk vardı değil mi! - Murat Sevinç
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Doğru ya, bir de halk vardı değil mi!

85 1
01.04.2024

Böyle bir seçim sonucu karşısında gereğinden fazla iri sözler sarf etmeden, aceleci davranmadan ve hiç uzatmadan birkaç şey söylemek mümkün.

Öncelikle, kısa bir ‘rejim’ yorumu: Kapitalizmin vardığı aşamadan ve temsili demokrasilerin giderek ‘temsil etme’ vasfını yitirmesinden kaynaklı dünya çapında otoriterleşme ve Türkiye’deki karşılığı parti-devlet rejimi gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bunun toprağımızdaki en somut ürünü 2017 anayasa/rejim değişikliğiydi. 2017’den itibaren yazdığımı yinelemek isterim: Hiçbir demokratik rejimde benzeri olmayan ve Türkiye’nin anayasal geleneğini tümüyle yok sayan bu sistemin vaat ettiği tek şey ‘yönetilemezlik’ idi ve öyle olmaya devam edecek. Türkiye demokrasisi hep cılızdı, buna mukabil Türkiye demokrasisi, hâlihazırdaki parti-devlet rejimi için fazla gelişkin. Azeri ve Türkmen ‘gardaşlarımızla’ aramızda bir fark var müsaadenizle, Osmanlı-Türk anayasal/demokrasi birikimine çok haksızlık etmemek gerek. Ne yönetenlerin kibri, ne muktedirin çevresini sarmış irili ufaklı ‘çakma filozoflar’ın boş lafları, bu gerçeğin görülmesini engellemeli.

Birkaç konunun altını çizmek istiyorum:

31 Mart yerel seçimi sonuçları, bir süredir bu ülkenin başına gelen en iyi şey. Abartmamak gerekir, doğru; buna mukabil 1 Nisan’ın önemini görmek şart.

Yoksul halk yığınları, partilerinin söylemini pek umursamadan bir cephe oluşturmuşa benziyor. Demirel’in meşhur ‘boş tencere’ varsayımı bir yıl gecikmeyle doğrulandı gibi. Mayıs seçiminden sonra giderek ağırlaşan, tahammülü hakikaten zor ‘geçim derdi’nin bir sonucu olmalıydı, oldu.

Ancak, insan evladı mideden ibaret değil. Doğrusu, katlanılmaz hale gelen bir başka sorun adaletsizlik ve yargıdaki akıl almaz işler, sade yurttaşın olup bitene bakışını etkiledi. Örneğin, Türkiye’nin yeni ve pek vahim bir aşamaya geçtiğini gösteren ‘Can Atalay’ kararı, ahalinin canını sıkan etmenlerden biri. Dehşet verici ‘Ülke babamızın malı, siz de kölemizsiniz, canımız ne isterse onu yaparız’ kibrinin, gelişmeleri takip eden sıradan ve mutedil bir yurttaşın asabını bozması, geleceğe yönelik kaygıyı artırması çok muhtemel.

CHP başarılı oldu. Bu, bir yandan CHP’nin yeni yönetiminin becerisi. Diğer yandan, sonuçta, katılımın yüzde 80’in altına düşmesinin, bir başka söyleyişle sandığa gitmeyen AKP seçmeninin de payı var gibi görünüyor. Bunlar zaman içinde yapılan çalışmalarla daha iyi anlaşılacak, keskin sonuçlara varmak için henüz erken. Gerçek şu ki CHP, 1977’den sonraki en yüksek oy oranına ulaştı ve bir önceki yerel seçimden bugüne oyunu artırdı.

CHP’nin başarısındaki en önemli etmenlerden biri, yönetim değişikliği. Eğer Kılıçdaroğlu kongreyi kazansaydı, yerel seçimler de bir felaketle sonuçlanacaktı........

© Diken


Get it on Google Play