menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Taha Parla İçin...

16 1
07.12.2025

Yıllar birbirinin üzerine ekleniyor, yaş aldıkça içime kaçınılmaz bir hüzün çöküyor: hocalarım arka arka bu dünyayı, bu arada haliyle beni terk ediyor. Önce Halil İnalcık, Kemal Karpat, Talat Sait Halman, İlhan Başgöz, Şerif Mardin, Mehmet Genç gibi aralarında belli yaş farkları olmakla birlikte daha eski kuşağın temsilcileri, alanlarının önemli isimleri, çoğu durumda kurucu niteliğine haiz zirveler, bu yakınlarda da onların ardından gelen kuşaktan Zafer Toprak, Mete Tunçay, Feroz Ahmad... Dün de (4 Aralık 2025) Taha Parla ile vedalaştık.[2]

Taha Bey’le hafızam beni yanıltmıyorsa 1991’de tanıştık. 12 Eylül’ün gadrine uğramış, değerli, çok birikimli bir hocanın Boğaziçi Üniversitesi’ne geri döneceğini öğrendiğimizde bazılarımız dersinin yolunu gözlemeye başlamıştı bile; altını çizmeli, salt kendisinin esas bölümü olan siyaset biliminin öğrencileri de değil. Sosyoloji, felsefe, psikoloji veya bu satırların yazarı gibi tarih birimlerinin mensupları...

Bildiğim kadarıyla, üniversiteden uzaklaştırılmış, o günlerde söylendiği üzere “1402'lik olup üniversiteden atılmış” değildi Parla. Ancak askeri darbenin baskısıyla akademik ortamın nasıl bozulduğunu, işlerin nasıl çığrından çıktığını görünce sessiz, tepkisiz şahit olmaktansa kendi iradesiyle istifa etmeyi tercih etmiş, tabii bu arada da bilimsel kariyerini yakmayı, maddi-manevi pekçok zorluğu göze almıştı. Geri dönmesi yaklaşık on yıla mal olacak, düpedüz hayatından çalınacaktı maalesef.

İlk dersinde farkını ortaya koydu Taha Hoca: eğitim dilinin İngilizce olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde dersi –yönetimi nasıl ikna etti, orası meşkuk– Türkçe yapacaktı,[3] kabaca “siyasal fikirler tarihi” olarak tanımlayabileceğimiz dersini verecek, fakat bunun yanında dersi bitirdikten sonra arzu edenlerle, vakit ayırmaya niyeti olanlarla Türkiye, Türkiye siyaseti, Türkiye meseleleri üzerine de konuşacaktı.

Standart, program dahilindeki dersi mükemmelen verdi Hoca, dün dahi otuz küsur yıl sonra o dersi, içeriğini hayranlıkla hatırlayan, bir kısmı zaman içinde kendisi doçent, profesör olmuş arkadaşlarım vardı. Ancak aralarında benim de olduğum kimileri için esas unutulmaz olan, normal ders bittikten sonraki zaman dilimi, kendisinin eleştirel perspektifini bizlerle paylaştığı, ağırlıklı olarak cumhuriyetin ilk dönemini, doğal olarak Kemalizm’i bilindik, çokça tekrarlanmış anlatının dışında bir pencereden gördüğü, tartışmaya açtığı saatlerdi. Çok sonra düşündüğümde, artık kendim akademisyen sıfatı kazanmışken farkına vardığım bir yönü, ayrı bir değeri de vardı bu sürecin şüphesiz: Parla bir başka araştırmacının yaklaşımını, kitabını, makalesini özetlemiyordu; dile getirdiği doğrudan kendisinin ürettiği bilgi, katılıp katılmamanızdan bağımsız kendi entelektüel emeğiydi.[4] Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları üçlemesinin bazı katkılarını o ortamda herkesten önce dinlemiştik galiba.

O günlerden bambaşka birşey de kafamda çakılı kaldı ama... Sözünü ettiğim extra zamanda mı anlatmıştı, yoksa ikimiz mi konuşuyorduk, orasını hatırlamıyorum, üniversiteden uzak kaldığı yıllarda yayıncılık yapmış, mecburiyetten, ekmek parası için bir ansiklopedinin hazırlanmasında çalışmıştı örneğin.[5] “Her Allahın günü iki saat git, iki saat gel yolum vardı” diyordu, “İnsan o dört saat, hele de üzerine o yolun yorgunluğu olmasa neler neler yaparım diye düşünmeden edemiyor bazen”.[6]

Hatırladığım birşey daha: Hoca’nın sigara tutkusu. Sigara içmez, sigara “yerdi” Taha Bey. Yine ilk derste sigara içmeden doğru-dürüst ders anlatamayacağını belirtmiş, ön sıralara sigara içenlerin ya da sigara dumanından rahatsız olmayanların oturmasını önermiş, iyice rahatsız olanların da dersi başka bir seksiyondan almalarını söylemişti (o yıllarda........

© Birikim