Nesnelerin sembolik gücü
Asansöre bindiniz. Sırayla 4, 2, 6, tekrar 2, 10 ve 5. katlara gidiyorsunuz. 5. katta asansörün kapısı açıldığında gözleriniz mutlaka kapalı olmalı, aksi takdirde, arkadaş zorbalığına kurban gitmiş bir genç kadının hayaleti sizi parçalayarak ölüler diyarına götürebilir.
Geçen hafta gösterime giren korku filmi The Elevator Game/Asansör Oyunu’nun öyküsü işte bu tuhaf şehir efsanesine dayanıyor. Hayaletler genellikle öldürüldükleri yere dadanır ya, burada hayalet bir binaya değil, bir asansöre değil, genel olarak asansör adlı araca dadanıyor. Böylece, dünyanın herhangi bir yerindeki en az 10 katlı herhangi bir binanın asansöründe bu ritüeli uygulayarak hayaleti çağırabiliyorsunuz.
Karakterlerin son derece sığ, dramatik örgünün aşırı derecede zayıf olduğu, ‘kötü senaryo-kötü mizansen-kötü oyunculuk-kötü kurgu’ konularında ders malzemesi olacak kadar kötü bir film bu. Neyse, benim derdim de zaten film değil, asansörün sembolik kullanımı.
Asansör, adından başlayarak sembolik güce sahip bir araç. İcat edildiği sanayileşmiş ülke dillerinde hep aynı anlam kökünden türüyor: Yükseltici, yükselten, yerden yukarı kaldıran (Ascenseur, elevator, lift) Oysa asansör aslında dolmuşun dikey versiyonu gibi çalışır; sürekli gider gelir, iner çıkar. Buna rağmen hiç ‘inme, alçalma’ anlamlarıyla akla gelmez.
‘Yükseltici’ doğasından dolayı asansör, geç kentleşen -ya da sosyal değişim etkisiyle değil de zorla kentleşen- toplumlarda uzun bir süre bir statü nesnesi olarak algılandı. Özellikle taşra........
© Birgün
visit website