2025: Ekoloji krizinin gündelik hayata yerleştiği yıl
2025, Türkiye ve dünyada ekoloji ve iklim krizinin istisnai olaylar toplamı olmaktan çıkıp, gündelik yaşamın süreklileşmiş bir bileşeni haline geldiği yıl olarak kayda geçti.
Kuraklık, aşırı sıcaklar, su kesintileri ve tarımsal kayıplar birbirinden bağımsız başlıklar olmaktan çıkarken; mega projeler, piyasa odaklı iklim politikaları ve militarizmin doğa üzerindeki etkileri bu krizi derinleştiren başlıca unsurlar oldu.
Yıl, ekoloji direnişlerinin yaygınlaşması ve barış ile doğa savunusu arasındaki bağın daha yüksek sesle kurulması bakımından da kritik bir eşik oluşturdu.
2025 boyunca Türkiye genelinde ölçülen sıcaklıklar, mevsim normallerinin belirgin biçimde üzerine çıktı.
Yaz aylarında birçok kentte art arda rekor sıcaklıklar kaydedildi; bazı bölgelerde 40 derecenin üzerindeki gün sayısı önceki yıllara kıyasla ciddi biçimde arttı. Son 55 yılın en sıcak temmuz ayında, Silopi’de tüm zamanların ulusal sıcaklık rekoru kırıldı.
Yağış rejimindeki düzensizlik, özellikle kış ve bahar aylarında beklenen yağışların gerçekleşmemesine neden oldu ve kuraklık yılın tamamına yayılan bir olguya dönüştü. Yağışlı gün sayısı, uzun yıllar ortalamasına göre yüzde 14 azalarak 86 gün olarak gerçekleşti.
Yeraltı su seviyelerindeki düşüş, Konya Ovası başta olmak üzere tarım havzalarında kritik eşiklere ulaştı. Obruk oluşumlarındaki artış, kuyuların kuruması ve çiftçilerin daha derin sondajlara yönelmek zorunda kalması, suyun artık yenilenebilir bir kaynak olmaktan uzaklaştığını gösterdi.
Kuraklık, yalnızca ekolojik bir sorun olarak değil; gıda fiyatlarından kırsal yoksulluğa kadar uzanan zincirleme etkileriyle toplumsal eşitsizlikleri derinleştiren bir kriz olarak ortaya çıktı.
2025 yazı, orman yangınlarının erken başladığı ve uzun süre kontrol altına alınamadığı bir dönem olarak kaydedildi. Akdeniz, Ege ve Güneydoğu bölgelerinde çıkan yangınlar, yüksek sıcaklıklar, düşük nem ve kuvvetli rüzgârla birlikte hızla yayıldı. Yanan alanların büyüklüğü kadar, yangınların yerleşim alanlarına ve tarım arazilerine yaklaşması da ciddi bir tehdit oluşturdu.
Haziran ve temmuz aylarında 53 şehirde çıkan yangınlarda 80 bin hektardan fazla alan kül oldu. Yangınlarda 17 kişi, yüzlerce hayvan hayatını kaybetti.
Türkiye’nin yangın söndürme kapasitesine ilişkin tartışmalar ise yıl boyunca sürdü. Hava araçlarının yetersizliği, koordinasyon eksikliği, ormanların yakıt yükü ve yangın sonrası rehabilitasyon süreçlerinin şeffaf yürütülmemesi eleştirilerin odağında yer aldı.
2025, Avrupa için rekor düzeyde yıkıcı bir yangın yılı olarak kayda geçti. 21 Ağustos itibarıyla kıta genelinde bir milyon hektarın üzerinde alan kül oldu. İspanya, Portekiz, Türkiye, Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk ve Karadağ, yangınlardan en ağır etkilenen ülkeler arasında yer aldı.
Avrupa genelinde çıkan yangınlarda en az 30 kişi ve yüzlerce hayvan yaşamını yitirirken, 100 binden fazla kişi güvenlik gerekçesiyle tahliye edildi.
Aşırı sıcaklıklar yangınları daha da körükledi. 25 Temmuz 2025’te, Yunanistan’ın Messinia bölgesinde 45,8°C ölçülerek yılın en yüksek sıcaklık değerine ulaşıldı. 8 Temmuz’da ise Atina’daki Akropolis, 40°C’yi aşan hava sıcaklıkları nedeniyle ziyaretçilere kapatıldı.
27 Şubat’ta PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yaptığı çağrının ardından, ekoloji örgütleri ve doğa savunucuları art arda açıklamalar yaparak barış ile ekolojik yıkım arasındaki doğrudan ilişkiye dikkat çekti.
Açıklamalarda, özellikle Kürt coğrafyasında yıllardır süren çatışmalı sürecin, orman yangınlarından maden ve enerji projelerine, baraj inşaatlarından zorunlu göçlere kadar uzanan çok katmanlı bir ekolojik yıkımı beraberinde getirdiği hatırlatıldı.
Ekoloji örgütleri, bu yıkımın “kaçınılmaz” ya da “yan etki” olarak sunulamayacağını, aksine savaşın bizzat bir ekolojik tahribat rejimi ürettiğini belirtti.
Yapılan değerlendirmelerde barışın yalnızca silahların susması anlamına gelmediği; toprakla, suyla, ormanla ve tüm canlılarla kurulan ilişkinin onarılmasını da kapsadığı belirtildi. Bu çerçevede ekoloji mücadelesinin, yaşamı savunmanın en temel hattı olarak barış, demokrasi ve müşterekler mücadelesiyle iç içe geçtiği vurgulandı.
2025’te su kesintileri, başta İzmir olmak üzere birçok kentte geçici bir önlem olmaktan çıkarak kalıcı bir yönetim pratiğine dönüştü.
Baraj doluluk oranları yıl boyunca kritik seviyelerde seyretti, bazı büyük şehirlerde oranlar yüzde 30’un altına düştü.
Plansız kentleşme, nüfus artışı ve sanayi ile tarıma tanınan öncelikler, içme suyuna erişimi giderek daha kırılgan hâle getirdi.
Bazı bölgelerde tankerle su taşınırken, sanayi tesislerinin su kullanımına devam etmesi “Kimin suya erişim hakkı var?” sorusunu gündeme taşıdı.
2025 bütünü, Türkiye’de İklim Kanunu tartışmalarının yoğun biçimde takip edildiği bir yıl oldu.
Kanun teklifi ilk olarak 20 Şubat 2025’te TBMM’ye sunuldu, ardından 27 Mart’ta Çevre Komisyonu’nda kabul edildi. 15 Nisan’da görüşmeler geçici olarak askıya alındı; ancak haziran sonuna gelindiğinde yasa sürecinin tamamlanacağı beklentisi güçlendi. Nihayet yürürlük aşamasına ulaşan metin, 2-3 Temmuz 2025 gecesi TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi.
Kanun, yayımlandığı 9 Temmuz 2025’te Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Kanunun resmî gerekçesi, Türkiye’yi 2053 net sıfır emisyon hedefine dair hukuki bir çerçeveyle tanıştırmak ve iklim değişikliğiyle mücadelede kapsamlı bir temel oluşturmak olarak açıklansa da, metnin içeriği ciddi eleştirilere konu oldu. Kanun, sera gazı emisyonlarının ticaretini düzenleyen bir Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) ve piyasa temelli mekanizmaları merkeze aldı; ancak bilim insanları ve çevre uzmanları, bu yaklaşımın krizle mücadelede “piyasa araçlarına aşırı güven” riski taşıdığına dikkat çekti.
Eleştirilerin odak noktalarından biri, kanunun bağlayıcı azaltım takvimleri ve net hedefler içermemesi oldu. Kanun, fosil yakıt kullanımının aşamalı olarak azaltılmasına dair somut bir yol haritası sunmadığı için “sadece emisyon ticaretine odaklanan bir ticaret kanunu” olarak tanımlandı.
Sonuç olarak, kanun 2025’te yürürlüğe girip bağlayıcı bir yasal çerçeve sağlasa da; tarihsel süreci, tartışmalı içeriği ve eleştiri eksenleriyle iklim politikalarının Türkiye’de nasıl şekillendiğini gösteren bir kırılma noktasına dönüştü.
Şubat ayının ikinci yarısı ve mart ayı boyunca Türkiye’nin birçok bölgesinde art arda yaşanan ani sıcaklık düşüşleri ve zirai don olayları, tarımsal üretimde........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar