menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Şark Islahat’tan YouTube çağına: Kürtçenin direnci

10 0
25.10.2025

Etimolojik olarak bin yıllara varan ve milyonların konuştuğu bir dil olan Kürtçenin varlığı Lozan’dan başlayarak 2000’li yılların başına kadar net bir politika ile inkar edildi.

Böyle dilin olmadığına dair “araştırma merkezleri, enstitüler, akademiler, gazeteciler, siyasetçiler ve daha niceleri” kürsülerinden absürt absürt açıklamalar yaptılar. “Yansımalardan ibaret bir dil olduğu”, “Farsçanın bir lehçesi olduğu” “Dağ Türklerinin dili olduğu” “Bilim ve medeniyet dili olmadığı” ama “konuşulanın Kürtçe olmadığı” tekerlemeleri sakız gibi çiğnendi[1]. “Olmayan bir dilde” Paris’te bir enstitü[2] açılınca haliyle kriz oldu. 12 Eylül Faşist Cunta Darbesi olmuş ve Amed Zindanı başta olmak üzere birçok yerde Kürtlere karşı işkence ve faşizm siyaseti egemen, Kürt kelimesi kesinlikle yasak iken Paris Kürt Enstitüsü’nün kurulması ve Kürtçe çalışmalarını duyurması “dış mihrak edebiyatına” önemli bir katkı oldu.

“Türkiye Cumhuriyeti tarihi, Kürtçe’yi yasaklama tarihidir” denilse abartı olmaz[3]. Bu politika en temel kanunlarda, darbe dönemlerinde ve tüm iktidarlarda esaslı bir politika olmuştur. 1925 Şark Islahat Planı’nın en önemli politikalarından birisi Kürtçe konuşmanın yasaklanması, memuriyet ve eğitimde Türkçenin zorunlu kılınması, Kürtçe isimlere yasak getirilmesi olmuştur.

1934 İskân Kanunu’nun bir amacı da Kürt nüfusun dağıtılması, öncü aile ve kişiliklerin batıya sürgün edilmesi ve Kürtçe dil yasağının daha sistematik uygulanması olmuştur. Bu kanun ile Kürtçe yasağı resmileşmiştir.

1936–38 Dersim Tertelesi, Kürt dili ve kültürüne de yönelik bir saldırı olup iskan politikasının bir devamı olarak Zacaca ve Kurmancî’nin yasaklanması, sürgün politikasının kitleselleşmesi ve yatılı bölge okullarına Kürt çocuklarının zorla gönderilmesi siyasetinin hızlandığı bir dönem olmuştur.

1960 Darbecileri Kürtçe yasağına anayasal kılıf getirmiş “Türkçe’den başka dil kullanılamaz” talimatlarıyla özellikle 1960–1963 yılları arasında Milli Birlik Komitesi üyeleri ve Valilik genelgeleri ile Kamu kurumlarında ve toplu yaşam alanlarında Kürtçe konuşmak yasaklanmıştır. 1970’lerde TRT yayıncılığıyla ve genel basında Kürtçe’ye mutlak yasak getirilmiştir. “Türkçe dışındaki tüm diller” ibaresi aslında Kürtçe yasağını amaçlıyordu.

80 faşist cuntası Kürtçe düşmanlığını “çarşı pazardan cezaevlerine, evlere ve sosyal ve özel yaşamın her alanına” taşıdı. 19.10.1983 tarih ve 2932 sayılı " Türkçe‘den Başka Dillerde Yapılacak Yayınlar Hakkında Kanun"un 2. maddesinde de "Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi bir dilde düşüncelerin açıklanması, yayılması ve yayınlanması yasaktır" düzenlemesi “Kürtçe yasaktır” şeklinde uygulandı.

1983 yılı sonunda cuntanın icazeti ile kurulan Turgut Özal hükümeti bu yasağı fiilen uyguladı. Kürtçe konuşmak, yayınlamak, müzik söylemek, halay çekmek, kitap/dergi basmak keyfi ve sınırsız müdahale edilebilen bir suç oldu. 1999 yılına kadar İçişleri Bakanlığı, Valilikler, Kaymakamlıklar eliyle Kürtler çocuklarına Kürtçe isim veremedi. Yüz yıllardır aynı olan köy ve şehir isimleri Türkçeleştirildi. Kürtçe mezar taşı bile kaldırıldı. Yine İçişleri Bakanlığı ve DGM’ler eliyle Kürtçe yayın yapan gazeteler kriminalize edilip kapatıldı. Bu işlerle uğraşan gazeteciler faili meçhullerle katledildi.

2000’lere geldiğimizde internet çağı açıldı ve Kürtçe yasağı için mızrak çuvala sığmaz oldu. Milyonlarca insanın ana dili yasalarla ve fiilen yasaklanamaz oldu. 50’lerden bu yana “bir başka dış mihrak olan” Erivan radyosunun on yıllarca kırdığı “Kürtçe radyo sansürü” artık açılan onlarca sayfa, radyo ve yayınla kırılıyordu. 90’larda “düğün basan, gelin-damat tartaklayan, müzisyenlere işkence eden”, evlerde kaset avına çıkan cuntacı zihniyetin gücü 2000’lerde Kürtçe’ye yetişemiyordu. Son........

© Bianet