Murakami’nin ‘Kadınsız Erkekleri’ ve İnceller’in ‘erkeklik krizi’
İstanbul’da yaşanan acı olayın -İstanbul’da öldürülen iki kadın için eylem çağrıları- ardından gündemimize giren ve bazıları öyle adlandırsa da ‘kültür’ demeyi reddettiğim İncel Hareketi üzerine okumalar yaparken, aklıma ünlü yazar Haruki Murakami’nin “Kadınsız Erkekler” adlı kitabı geldi. Kadınsız erkek olmak mümkün mü? Kadınların nesnelleştirdiği, yok sayıldığı, yok edildiği bir toplumda kim mutlu olabilir ki? Gibi gibi sorularıma yanıt ararken Murakami’nin daha önce okuduğum kitabına yeniden göz attım ve buradaki öyküler üzerinden, ‘eski sevgili’, ‘öfkeli koca’, ‘kızgın baba’, ‘terk edilmiş zavallı’ ‘sabıkalı serseri’ ya da ‘İncel’ gibi türlü türlü sıfatlarla anılan erkeklerin nasıl ‘kadın düşmanı’ olabildiklerini sorguladım. “Kadınsız Erkekler” de İncel Hareketi ile iyice ayyuka çıkan ‘erkeklik krizini’ ele almama vesile oldu.
En baştan söyleyeyim; Haruki Murakami çok sevdiğim bir yazar, “erkek bakış açısıyla” olsa da varoluşsal krizimizi sorgulayan romanlarını ve öykülerini seviyorum.
“Kadın yazar” diye bir ayrım yapılmasına karşı dursam da burada “erkek yazar” vurgusu yapmamı da yadırgamayın lütfen. Çünkü bu öyküler bir erkek tarafından yazılan, erkek karakterleri anlatıyor. Kadınlar bu öyküler de ana karakter değil. Öykülerde kadın-erkek herkesin yaşadığı varoluşsal sıkıntılar ve ‘insanlık halleri’ erkek bakış açısıyla, erkek karakterler üzerinden anlatılıyor. Bu bir eleştiri değil, saptama.
Ülkemizde Doğan Kitap’tan Ali Volkan Erdemir çevirisiyle okuyabildiğimiz “Kadınsız Erkekler” (Men Without Women), yedi kısa öyküden oluşuyor. 2014 yılında yayımlanan kitap, erkeklerin kadınlarla olan ilişkileri ve kadınların yokluğu ile sarsılan hayatlarına yoğunlaşıyor. Bu öykülerle aşk, yas, yalnızlık, terk ediliş, iletişimsizlik, duygusal boşluk, kalp kırıklığı gibi temaları işleyen Murakami, tipik melankolik ve düşsel atmosferini bu kitapta da yaratıyor.
Murakami bu öykülerde, erkeklerin kadınsızlıkla baş etme yollarını işlerken, aynı zamanda daha geniş bir yalnızlık ve varoluş teması ortaya koyuyor. Kadınların yokluğu, sadece bir romantik kayıp değil, aynı zamanda erkeklerin hayatlarındaki boşluğu ve kimlik krizini de simgeliyor.
Kitaptaki öykülerin her biri ayrı ayrı çözümlenecek derinlikte, ben bu yazıda birkaç cümle ile özetleyeceğim.
İlk öykü adını bir Beatles şarkısından alan “Drive My Car – Arabamı Sür”, eski bir aktörün hikayesi. Karısı ölmüş, ancak onun kendini aldattığını biliyor, yaşadığı kayıpla başa çıkmakta zorlanıyor. Ona içsel yolculuğunda eşlik eden de bir kadın. Kişisel şoförü olarak hayatına giren Misaki, onun önyargılarının aksine hem iyi bir sürücü hem de çok iyi bir dinleyici. Daha ne olsun?
Murakami’nin Beatles hayranlığını gösterecek şekilde yine bir Beatles şarkısından adını alan Yesterday (Dün) adlı öyküde, üniversite öğrencisi Kitaru, sevgilisi Erika ile ilginç bir ilişki yürütüyor. Kendini yetersiz bulan Kitaru, Erika’ya başka biriyle çıkmasını öneriyor. O başka biri de çocukluk arkadaşı. Ancak bu durum üçünün hayatında da önemli kırılmalara neden oluyor. Sarsıcı bir deneyim!
Öykünün........
© Bianet
visit website