Emek örgütleri çözümün neresinde?
Türkiye vatandaşları bir anlamda yönetilememe metaforunun girdabından çıkmak için siyasal iktidarın muhalefet karşısında otoriterleşen basıncı ile kendine alan açmaya çalışmasını izlerken diğer yandan ekonomik krizin gölgesinde emeği ile geçinmek zorunda kalan ücretliler ve emeklilerin dar bir cendereye hapsedildiğini iliklerine kadar hissediyor.
Bununla birlikte adına “Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” denilen ve PKK’nin silah bırakma kararı ile toplanan ve Meclis’te % 95 temsiliyete sahip olan çözüm masası 11. toplantısını geride bıraktı.
Toplumun daha çok konuyla ilgili kesimleri, Ekim’de meclisin açılması ile birlikte Kürt sorununun çözümüne dair olmasa bile özellikle ceza yasaları ile ilgili birçok yasal değişiklik önerisinin Meclise geleceğine yönelik büyük bir beklenti içinde.
Bu yazımızda sendikal süreçten gelen geçmişim nedeniyle emek örgütlerinin sürece nasıl baktıklarını irdelemeye çalışacağım.
Komisyon'un 11 Eylül 2025 tarihinde yaptığı 8. toplantısında memur ve işçi konfederasyonları emekalanından sürece nasıl baktıkları, çatışma döneminin yarattığı ekonomik kayıpların emekçileri sistematik olarak geçim sıkıntısı ile baş başa bıraktığı ve barış ihtimalinin konuşulmasının dahi bir rahatlama dönemine geçileceği beklentisini yaratığını vurguladılar. Genel anlamda sürece olumlu bakanların öneri ve destek sözleri kıymetliydi diyebiliriz.
Komisyonda söz alan Memur-Sen temsilcisi Ali Yalçın “terörün” sadece güvenlik açısından değil; toplumun sosyal barışını, kamu hizmetlerini ve çalışma hayatını hedef alan bir tehdit olarak tanımlayarak, komisyonu toplumsal bir proje olarak gördüklerini ve sahadan gelen tecrübeleriyle sürece katkı sunmayı tarihî bir sorumluluk olarak gördüklerini ifade etti.
Çözüm önerileri olarak sürecin özgürlük, adalet, demokrasi ve millî birlik temelinde yürütülmesini; yeni ve sivil bir anayasa yapılmasının, toplumsal sözleşmenin oluşturulmasının ve sürecin sabote edilmesine izin verilmemesinin önemini vurguladı.
Bununla birlikte PKK ve tüm bileşenlerinin silah bırakması gerektiğini ve Suriye’deki yapılanmalara izin verilmemesinin kırmızı çizgi olduğunu söyledi. Bu yönüyle iktidar kanadının öne sürdüğü duruşu özetlediği söylenebilir.
Kamuda örgütlü ikinci en çok üyeye sahip Kamu-Sen başkanı Önder Kahveci ise; “terörün” Türkiye’ye kırk yılı aşkın süredir büyük bedeller ödettiğini hem ekonomik hem de toplumsal açıdan ağır bir yıkım yarattığını vurgulamış, “terörün” sona ermesinin yalnızca güvenlik açısından değil, kamu hizmetlerinin niteliğinin artması, göç eden vatandaşların memleketlerine dönüşü ve ülkenin bütün bölgelerinde eşit hizmet hakkının korunması bakımından da hayati önemde olduğunu geniş olarak açtı.
Temsilci konuşmasının devamında; Anayasa’nın ilk dört maddesi ile 42. ve 66. maddelerinin Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünün temeli olduğunu öne çıkararak, "şehitlerin hatırasına gölge düşürmeyecek", gazilerin fedakârlıklarını boşa çıkarmayacak adımlar atılmasının altını çizdi.
Kamu-Sen sorunun sadece güvenlikçi bir yaklaşımla değil; anayasal değerler, toplumsal barış ve kardeşlik hukuku çerçevesinde kalıcı hâle getirilmesi gerektiğini, Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle herkesin eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşadığı bir gelecek vizyonunu desteklediklerini ifade etmiştir. Burada statükoyu koruyan bir yaklaşımla beraber sürece temkinli destek söz konusudur.
İktidara muhalif çizgide duran KESK eş başkanlık ile temsil edildiği için eş başkanlar ayrı ayrı söz almış ve kadın eş başkan Ayfer Koçak; Kürt meselesinin tarihsel olarak inkâr, asimilasyon ve güvenlikçi politikalarla bastırılmaya çalışıldığını; ancak bu yaklaşımın sorunu büyüttüğünü, sorunun sadece Türkiye’yi değil bölgedeki diğer ülkeleri de etkilediğini, dış güçlerin çıkar hesaplarıyla daha da karmaşık hâle geldiğini belirtmiş, çözümün ertelenmesinin gelecekte daha ağır bedeller doğuracağını, meselenin eşit yurttaşlık, demokratik haklar ve köklü reformlarla ele alınması gerektiğini ifade etti.
Koçak, konuşmasının devamında, KESK’in barış ve demokrasi mücadelesinde ağır bedeller ödediğini, emek örgütlerinin çatışmalı süreçlerden doğrudan etkilendiğini, kayyum uygulamaları, hukuksuz ihraçlar ve baskılarla örgütlülüğün zayıflatıldığını dile getirmiş ve 10 Ekim Gar Katliamı ve çözüm sürecinin sona ermesinin yarattığı acıların hâlâ hafızalarda canlı olduğunu belirtmiştir. Diğer yandan, emekçilerin ekonomik ve demokratik haklarının da savaş ve baskı ortamında daha fazla geriye gittiğini vurgulamıştır. Bu nedenle barışın sadece siyasal değil, aynı zamanda emek mücadelesinin güçlenmesi açısından da zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Çözüme yönelik, Kürt sorununun Meclis’te açık ve şeffaf biçimde tartışılmasını önemsediklerini, ihraç edilen kamu emekçilerinin görevlerine iadesini, kayyum politikalarına son verilmesi ve tüm halkların dili, kültürü, inancı tanınarak eşit yurttaşlık temelinde demokratik bir barışın inşa edilmesi gerektiğini söylemiştir.
Ayrıca, barışın yalnızca PKK’nin silahsızlanması üzerinden tanımlanamayacağını; halkların haklarını esas alan, demokratik kazanımları içeren bir yaklaşımın zorunlu olduğunu eklemiştir. KESK sözcüsü tespit ve önerileri ile sorunun kökenine vurgu yapan aynı zamanda çözümünde köklü olması gerektiğine işaret eden bir çerçeve çizmiştir.
KESK adına ikinci söz alan eş başkan Ahmet Karagöz de Kürt meselesinin çözümünde atılması gereken adımları 17 madde de sıralamıştır.
Özetle; Kürt meselesinde çözüm ihtimallerinin konuşuluyor olmasının önemli olduğunu, ancak devletin somut adımlar atmamasının ve muhalefete yönelik baskıların sürecin güvenilirliğini zedelediğini vurgulayarak, barışın sağlanabilmesi için “şimdiye kadar ne yapıldıysa tersinin yapılması” gerektiğini söylemiş, savaş yerine barış, inkâr yerine tanıma, çözümsüzlük yerine diyalog yaklaşımının benimsenmesi gerektiğini belirtmiştir. Yine çözüm sürecinin bir oyalamaya dönüşmemesine dikkat çekmiştir.
Karagöz, KESK adına kapsamlı bir eylem planı hazırladıklarını, bu planın; demokratik hakların güvence altına alınması, ifade özgürlüğü ve eşit yurttaşlık temelinde yeni bir anayasal düzenleme yapılması, seçim barajının kaldırılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, medyada nefret diline son verilmesi, eğitim müfredatının eşitlikçi ve özgürlükçü bir anlayışla yeniden düzenlenmesi gibi adımları içerdiğini, ayrıca, zorunlu göç mağdurlarının köylerine dönüşü, cezaevlerindeki siyasetçi, gazeteci, akademisyen ve sendikacılar için af çıkarılması, çocuklara yönelik adalet sisteminde reform, çevre tahribatının giderilmesi ve kamusal hizmetlerin anadilde sunulmasını da 17. maddelik önerileri arasında sıralamıştır.
Sonuç olarak, barış sürecinin dar siyasi çıkarların gölgesinde kalmaması gerektiğinin altını çizmiş ve bunun halkların ortak iradesiyle ve demokratik dayanışmayla yürütülmesi gerektiğini ifade etti.
Emekçiler açısından barışın somut karşılığının ise grev yasaklarının kaldırılması, örgütlenme ve toplu pazarlık özgürlüğünün sağlanması olduğunu belirtmiş, sürecin, emperyalist güçlerin bölgedeki hesaplarına karşı da halkların kendi geleceğini belirleyebileceği demokratik bir zemin yaratması gerektiğini ve KESK’in barışın toplumsallaşması ve Türkiye’nin çağdaş, laik, demokratik bir hukuk devleti hâline gelmesi için mücadeleye hazır olduğunu vurgulamıştır.
KESK sözcüsünün eğitim ve emek alanında yaşanan sorunlarla birlikte Türkiye’de yönetimden kaynaklı yaşanan (kayyımlar, KHK’ler gibi) antidemokratik uygulamalara vurgu yapması önemlidir.
İkinci oturumda söz alan işçi konfederasyonlarından Türk-İş temsilcisi........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Rachel Marsden