menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

"Oyun oynamak pedagojik bir lüks değil, kendi başına bir haktır"

14 0
26.11.2025

Oyun Hareketi Derneği oyun hakkını kamusal ve özel alanlarda hayata geçirmek üzere 2006 yılından itibaren faaliyet gösteriyor. Oyun savunucularından oluşan dernek okulda, evde, sokakta, afet koşullarında, mevsimlik işçilerin yanında, cezaevlerinde kısacası çocuğun olduğu her yerde oyunun varlığının bir zorunluluk olduğunu savunuyor.

Oyunu salt bir öğrenme aracı ya da eğlence unsuru olarak değil, çocuğun yaşamsal bir ihtiyacı olarak değerlendiren derneğin üyelerinden ve oyun savunucularından Esra Güneş ile oyun hakkının kapsamını konuştuk.

Oyun hareketi ne demek, bu hareket çocuk hakları açısından neyi savunur? Bir de pedagoji bu konunun neresinde duruyor?

Bir çocuk nasıl ki yemek yemek, uyumak zorundaysa; hareket etmeye, denemeye, gülmeye, hayal kurmaya, yani oyun oynamaya da aynı şekilde ihtiyaç duyar. Oyun çocuğun hayatının, var oluşunun tıpkı yukarıda saydığımız fizyolojik ihtiyaçları gibi bir parçası. Çocuk yemek yemezse açlık, oyun oynayamazsa oyun yoksunluğu çeker. Oyun yoksunluğu yalnızca öğrenme sürecini değil; duygusal, sosyal ve fiziksel dengesini de bozacaktır. Özetle, oyunsuz bir çocukluğun telafisi yok.

Pedagojik açıdan savunduğumuz şey ise pedagojisizlik! Çocuklarla ilgili her şey “pedagojik kaygılarla” ve “yetişkinler tarafından” belirleniyor. Oysa çocukların kendi belirledikleri gündemleriyle, kendi yollarıyla, kendileri gibi olmaya ihtiyaçları var. Dernek olarak çocuklar için, çoğu zaman yetişkinlere rağmen, bunu yapabilecekleri güvenli bir alan tutuyoruz. Oyun alanı; araştırma, öğrenme, büyüme, deneme, birtakım sosyal ve bilişsel becerileri test etme, sorunlarını çözmeyi öğrenme yeri, dünyayla özgürce temas ettikleri yer. Bu yüzden de geleneksel anlamda bir “pedagojiye” ihtiyaç kalmıyor, bırakın oynasınlar diyoruz.

Oyun hareketinin savunduğu bu ilkeler ile okulların sınıfların ve çocukların nasıl bir dönüşüm yaşamasını öngörüyorsunuz? Oyun hakkının etkilerini çocukların yaşamlarında nasıl gözlemleyebiliriz?

Oyun alanı açılan okullar, çocukların yalnızca ders çalıştığı değil, yaşadığı yerler haline gelir. Sınıflar esnekleşir, kurallar oyuna alan açacak şekilde yeniden düşünülür. Çocukların okula aidiyeti artıyor. Çocuklar arasında kazalarla sonuçlanan yaralanmalar azalıyor.

Öğretmenlerin çocuklarla iletişimi gelişir, çocuk gibi düşünmeyi öğrenirler. Mesleki tatminleri artar. Oyunu “öğretmek için” değil, çocukların kendi oyunlarını kurabilmeleri için alan açmak üzere destekler. Çocuklar daha huzurlu, meraklı ve sosyal hale gelir. Okul yorgunluk ve sıkılma yerine neşe ve hareketle anılır. Çocukların bedensel ihtiyaçları karşılandığı için öğrenmeye de gerçekten hazır hale gelirler.

Bizim uygulamalarımızda modellediğimiz “esnek oyun alanları” atık malzemeleri oyuncağa dönüştürüyor. Çocuklar bu yanı ile sürdürülebilir bir dünyayı oyun ortamında da deneyimliyorlar. Bu tanımlı olmayan oyuncaklar ile kendi oyun dünyasına göre işbirlikleri kuruyor, tasarımlar yapıyor, koşuyor, yapıyor bozuyor. Haliyle keşfetmeye, üretmeye imkan buluyor. Bizim uygulamalarımızda gözlemlerimiz de gösteriyor ki dil bariyerleri, nörolojik farklılıklar engel olmaktan çıkıyor. Esnek oyun uygulamalarında her çocuk farklı yaş grupları ile bir arada oynuyor. Her yönü ile kapsayıcı bir eğitim için zemin hazırlıyor.

“Oyunsuz bir eğitimin nitelikli olduğunu söylemek mümkün değil” size ait ve çok net bir söylem. Bu saptama nereye dayanıyor nasıl mukayese ediyoruz oyunlu ve oyunsuz bir eğitimi?

Bugün çocukların zamanının büyük kısmı okulda geçiyor. Ancak artan akademik kaygılar, ölçme–değerlendirme baskısı ve erken yaşta “başarı” beklentisi nedeniyle okullar oyun için çok az alan bırakıyor. Üstelik yalnızca okulda değil, okul dışındaki zamanlarda da çocukların hayatı çoğunlukla yetişkinler tarafından planlanmış durumda: kurslar, etkinlikler, programlar...

Bu durumda çocukların günleri tamamen........

© Bianet