menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Meşru bir hak: Anadili

13 0
17.02.2024

“Akıcı düşler görün sessiz kardeşlerim, siz ki

Anadilinizi anasütünüzle aldınız küçükken”

Richard Wilbur, To The Etruscan Poets

Ne doğumla ne de kültürle başlar insan yavrusunun dünyayla teması. Çocuk, annenin rahminden önce ruhuna düşer ve oradan bakar dünyaya; annenin dünyayı kavradığı kültürle, kültürünü var eden dille.

Anne, yaşadığı ve/veya hissettiği dilde -ki, kimi zaman aynı dil/ler değildir bunlar- konuşur. Bebek, daha doğmadan dinler konuşmaları, en çok da anneye kulak verir; çünkü anlayabildiği tek kişi anne(si)dir, anne(si)nin dilidir; o nedenle anadilimiz bir yana diller(imiz) bir yanadır.

Nasıl annemiz bizim ilk evimizse, dil de varlığın evidir. Kavramları düşünmenin olanaklarını dil belirler ve her dil başka bir düşünme biçimini ve kavramsallaştırmayı olanaklı kılar. Dil, kültürün taşıyıcısıdır; kültür, dilde yaşar.

Yaşayan dil, beslendikçe serpilir; dili besleyen pek çok dinamik yanında belki de en etkili olanı yazılı ürünler(i)dir ve bellek, daha çok yazı(da)dır. Kürt coğrafyasında sokak dili yani yaşayan dil Kürtçe olmasına rağmen bütün tabelalar Türkçe. “Neden?” diye sorduğunuzda “Çünkü Kürtler, Kürtçeyi okuyamıyorlar.”

Dil, kültürle(n)menin bir aracı; bu anlamıyla da devletin ideolojik araçlarından biri olarak tasarruf edilir. Devletin kurucu iradesi ve mensubu olduğu büyük kimlik grubu ‘çoğunluk’ tahakkümünü dile dair politikalarıyla (da) işletir: Sonuç, Kürtlerin Kürtçeyi okuyamaması. Kürt coğrafyasından göçe zorlanan ailelerin çocuklarının artık Kürtçeyi konuşamamaları!

Dilsizleşme, yurtsuzlaşmadır da. Yurdundan edilenler, eşzamanlı dillerini, maneviyatlarını da kaybederler. Yurdunda olup yazılı kaynaklarla beslenmeyenlerse egemen dillerce aşılanır ve asimilasyon süreci işler.

Egemenlik, politik bir kavram yanında dilsel içerimleri de olan bir olgudur. Heidegger, “Dil, varlığın evidir.” derken, sanırım, Tevrat’ın “Önce kelam vardı.” ayetine (de) atıfta bulunur. Wittgenstein, “Dünya, olduğu gibi olan her şeydir.” derken dil-dünya ayrımı yapar oysa dünya, kültürel bir olgudur ve dilseldir de. Dünya, dilsel bir yaratımdır.

Dilin alınması, dünyanın sonudur. Dünya, dildir. Varlığa ruhunu verendir bir bakıma, ona can, kan veren. Devletlerin asimilasyon politikalarına dilden başlamaları ya da dili hiçbir zaman ihmal etmemelerinin temel nedeni bu (da) olsa gerek. Dil, bir düşünme, dünyayı kavrama metodolojisi, bilincin de grameridir.

Dilin yitimi, bilincin gramersizleşmesidir; anadilde düşünüp bir başka dile aktarılan ve kültürde ya da hayatta karşılığı olmayan söz öbekleridir.

Dilsizleşmek, yurtsuzlaşmak yanında bir tür astım krizidir. “Bir başka dille” ya da “bir başka dilde” yaşamak, makineyle teneffüs etmektir. Daralan, sıkışan, sıkıştıkça da hareketsizleşilen çorak bir anlam evreninde yaşamaktır. İnsanın annesine olan yönelimi kültür dışıdır, diline de! Kötürümleşir annesinden alınıp makineye bağlı yaşatılan insan.

Bu yazıda Kürt coğrafyasındaki bir dostumun anadil sorunu bağlamında kullandığı, paylaştığı bir alegori üzerinden pek çok sorun gibi neredeyse kangrene dönüşen ve yerleşik ‘çoğunluk’ kültürü ve türevi ‘büyük kimlik’ ve onunla ittifak içinde kendini berkiten devlet ya da iktidarın ideolojik manipülasyon ile halenenen, halelendikçe olguya karşı körleşmemiz nedeniyle derinleştirdiğimiz “anadil” olgusuna bakmaya çalışacağım.

Anadili, eğitim bağlamında kritik ederek konunun salt politik bir mesele olmadığını somut anlamda içerimlerini görünür kılmaya (da) gayret edeceğim.

Bundan on yıl önce Kürt coğrafyasında esnaflık yapan orta halli mütedeyyin bir dostumuz, “Anadil hakkında veyahut meselesinde ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Anasütü gibi helaldir” dedim; bana, belki de onlarca kez andığım şu sözlerle yanıt verdi: “Biz Kürtler, doğumun hemen ardından anasının memesinden -Kürtçe-........

© Bianet


Get it on Google Play