Kasa her zaman kazanır: Ukrayna’ya satılan silahların parası kimin cebinden çıkıyor?
Rusya-Ukrayna savaşı boyunca Kiev hükümetinin talep ettiği mali yardımlar ve satın alınan silahlar hakkında pek çok haber okuduk. Son olarak Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD’den Patriot hava savunma sistemleri alacaklarını duyurdu. Maliyeti yüz milyonlarca dolarla ifade ediliyor.[1] Uzun menzilli taarruz füzesi de (ERAM) gönderilecek ekipmanlar arasında yer alıyor ve toplamda 825 milyon doları bulan bir ödeme gerektiriyor. Kolayca Rusya’nın iç bölgelerini hedef alabilecek Tomahawk füzelerinin temini de gündemde.
Manşetler “Ukrayna’nın satın aldığı silahları” anlatınca, ilk bakışta doğal olarak bu paranın bizzat Ukrayna’nın kasasından çıktığını zannediyoruz. Aynı şekilde, savaşın devam etmesinden yana olan Avrupa Birliği (AB) yönetiminin Ukrayna’ya yaptığı yardımlar konuşulunca da sanki paranın doğrudan Zelenski’nin yönettiği bir kasaya gönderildiğini düşünüyoruz. Oysa Ukrayna’daki askeri ve mali yardımlara yakından baktığımızda, ülkenin egemen bir stratejisinin olmadığını görüyoruz. ABD’nin Ukrayna’ya sattığı teçhizat, bizzat Avrupa ülkelerinin “yardımları” ile alınıyor. Kazanan ise her hâlükârda Beyaz Saray ve ABD’nin korkunç büyüklükteki savaş sanayisi oluyor.
Hatırlayalım, ABD’de Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte herkes Washington’un Ukrayna’daki siyasi tercihlerini değiştirebileceğini söylüyordu. Trump’ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi bu düşünceyi güçlendirmişti. Ancak Trump daha sonra “Putin’in kendisini hayal kırıklığına uğrattığını” dile getirdi ve Beyaz Saray’da, yüzüne karşı alay ettiği Zelenski ile yeni bir silah anlaşmasına vardı. Tabii bu silahlar hibe edilmeyecek, ABD’den satın alınacaktı. Yani Trump, parası verildiği sürece her şeyin yolunda olduğunu göstermiş oldu.
Bu anlaşmaların asıl tarafı ise Avrupa ülkeleri. Çünkü Ukrayna’nın söz konusu rakamları karşılayacak bir ekonomik gücü yok. Silahları, Avrupa ülkeleri ABD’den “kendileri için fedakârlık yapan” Ukrayna adına satın alıyor.
Le Monde gazetesine konuşan Ukraynalı askeri uzman Aleksandr Kovalenko, “ABD’nin daha önce kendilerine destek olduğunu, şimdi ise aralarındaki ilişkinin bir ticaret ilişkisine dönüştüğünü” dile getiriyor. Ağustos başında Hollanda, 500 milyon dolar ödeyerek ABD’den Ukrayna’ya silah ve mühimmat akışını sağladı. Ertesi günlerde Danimarka, Norveç ve İsveç de 500’er milyon dolarlık ABD üretimi materyalleri Ukrayna adına satın aldı. Zelenski, “ABD’den satın alınacak silahlar konusunda Avrupalı müttefiklerinin aslan payını üstlenmelerini beklediklerini” defalarca yineledi.[2]
NATO üyesi Avrupa ülkelerinin Ukrayna adına kesenin ağzını açmasıyla birlikte Ukrayna savaşında yeni bir aşamaya geçildi. ABD Dışişleri Bakanlığı, 28 Ağustos’ta 3 bin 350 adet uzun menzilli taarruz füzesinin Ukrayna’ya teslim edileceğini açıkladı. The Guardian’ın haberine göre[3], Ukrayna’nın belirlediği ‘Öncelikli İhtiyaçlar Listesi’ kapsamında 2 milyar doların üzerinde finansman sağlandı. Zelenski, toplam finansmanın ekim ayında 3,5 milyar doların üzerine çıkmasının beklendiğini dile getirdi.
Kiev yönetimiyle ABD arasında yapılan maden anlaşması kapsamında 75 milyon dolarlık bir fon ayrılacağı da duyuruldu. Mayıs ayında imzalanan anlaşmayla birlikte ABD, Ukrayna’nın değerli maden kaynaklarına erişim imkânı kazanmıştı.[4]
Eğer her şey bir ticaretten ibaretse, ABD’nin kazancı açık biçimde ortada duruyor. Peki diğer aktörler ne verip ne alıyor? Ukrayna adına yapılan bu harcamaların bedeli ne?
Belki Zelenski yönetimi, askeri harcamalarını tek başına belirleyecek bir konumda değil. Fakat cephelerde harcayabileceği bir nüfusu var. Ukrayna yönetimi, kendileri adına yapılan harcamaların karşılığını yüz binlerce gencin hayatını cepheye sürerek ödüyor.
Kimse bu savaştan kimin ne kâr elde ettiğini sorgulamayınca, gerçek bir barışa giden yol gitgide uzaklaşıyor. Avrupa halklarının ceplerinden çıkan paralar, birtakım çıkar gruplarının belirlediği “tehditlerle mücadeleye” akıtılıyor. Olan ise seferberlik nedeniyle sokaklardan toplanıp savaşa gönderilen bu çevre ülkelerin gençlerine oluyor.
Peki Ukrayna halkının tercihi gerçekten de bir jenerasyonun tamamen yok oluşu mu? Bu sorunun yanıtını seçimler aracılığıyla öğrenmek mümkün değil. Zira ülkede seçimler belirsiz bir tarihe ertelendi, pek çok muhalif siyasi parti kapatıldı. Ancak gerçek şu ki ipler Ukrayna halkının elinde değil; kazançlı çıkan da onlar değil.
Dolayısıyla Ukrayna-Rusya arasındaki büyük silah anlaşmalarını okurken, rakamlara ve materyallere odaklanmadan önce uluslararası ilişkiler ağını daha iyi incelemek gerekiyor.
Dipnotlar:
[1] https://www.dsca.mil/Press-Media/Major-Arms-Sales/Article-Display/Article/4290514/ukraine-patriot-air-defense-system-sustainment
[2] https://www.lemonde.fr/en/international/article/2025/09/04/europe-is-now-ukraine-s-main-source-of-military-support_6745030_4.html
[3] https://www.theguardian.com/world/2025/sep/18/ukraine-war-briefing-europe-funded-weapons-shipments-begin-under-purl-scheme
[4] https://www.evrensel.net/haber/552072/abd-ile-ukrayna-arasinda-degerli-madenler-anlasmasi-imzalandi
(KA/VC)
23 Mayıs 2016’da Bianet’te “On Ekim Dayanışması: Geride Kalanlara Dokunmak” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. O yazıda, 10 Ekim aileleriyle o ilk yıl nasıl, hangi koşullarda birbirimize dokunabildiğimizi anlatmıştım. Genç bir kalemle, genç bir ruhla yazmıştım o metni. Bugünse, aradan geçen on yılın ardından, artık dokunamadığımızı, birbirimizden koptuğumuzu kayıt altına almak için yazıyorum.
Dokunamamak; hem süreçlerin hem de bugünkü barış çalışmalarının sade yurttaşlara ne kadar ulaşabildiğini, o zaman fark etmediğim yapısal güç ve şiddet biçimlerini yeniden sorgulamak anlamına geliyor.10 Ekim 2015’teki patlama haberini aldığım an hâlâ aklımda. Bir kuzen buluşmasındaydık, gün epey ilerlemişti. Haberi geç öğrenmiştim; meğer sofradakilerin bir kısmı sabah görmüş, sessizce geçirmiş günü.
O an hissettiğim yabancılaşma ağırdı. “Bu kadar mı uzaklaştık birbirimizin acısından?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Şimdi otuzlarımdayım; o zaman hissettiğim duyguları hâlâ tam çözebilmiş değilim. Belki ben de artık haberleri duyduğunda gündelik akışından hiç taviz vermeyenlerdenim. Bunu itiraf etmekte zorlanıyorum. O gün, kimden ya da hangi görüşten olduğuna bakmadan acıda buluşabilmenin mümkün olduğuna inanıyordum. Aklımda bir pankart görüntüsü vardı: Üzerinde “Ölen kimden diye sormadan...” yazıyordu. Şimdi o pankartı da bulamıyorum. Ama o zaman o duyguya, o inanca sahiptim. “Yası tutulabilirlik” diye bir kavramdan habersizdim; insanların Ankara’nın göbeğinde, barış için halay çekerken bomba ile öldürülmesinin herkesi birleştirecek, herkese ağır gelecek bir şey olduğunu sanıyordum. Bu yüzden sonraki günlerde yapabildiğim tek şey, aynı ağırlığı taşıyan arkadaşlarımla birlikte ailelere ulaşmaya çalışmaktı. Hiçbir şeyin zorluğunu idrak edecek kadar bir farkındalığım yoktu.
Sadece “barış” demek için yola çıkan insanların parçalanmış bedenlerinin ardında kalan evlere gidip başsağlığı dilemek, bizim de üzgün olduğumuzu........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin