62. Altın Portakal Ulusal Yarışma filmleri: Mülteciler, yoksulluk ve erkek şiddeti
62. Altın Portakal Film Festivali’nin ulusal yarışma bölümünde gösterilen filmlerde her yıl birkaç temanın öne çıktığını görüyoruz. Bu yılki yapımlarda mülteci sorunu, ciddi bir yoksulluk, erkek şiddeti ve yaşlı bakımı ortaklaşılan temalardı. Ülke sinemasının yıllardan beri kan bağını koparamadığı ‘anne sevgisi görmemiş erkeğin bunalımı’ bu yılın da popüler konusuydu. Terk edip giden, intihar eden, çalıştığı için çocuğunu komşusuna bırakan annelerin; kadın suçlayan, öfkeli, pasif agresif, sınırda kişilik bozukluğu sergileyen, melankolik, elli yaşlarına gelip çocuk sahibi olsa da hâlâ büyümemiş oğullarının hikayelerinin artık kısırdöngü yarattığı söylenebilir.
Hasan Tolga Pulat’ın 1970’li yıllar erotik film furyasını Cem Yılmaz ve Çağan Irmak üslubuyla izleyiciyi gülme krizlerinden ağlama krizlerine sürükleyerek anlattığı Parçalı Yıllar’da baş karakter Aytekin yaptığı işi para insanı gururlandıran en önemli şeydir diyerek meşrulaştırıyordu. Ve bu cümle ulusal yarışma filmlerindeki yoksulluk sorununun dile gelmesi gibiydi. Hakan Güngör, Cem Yılmaz’ın Erşan Kuneri’de Anlatamadıkları | Erotik Film Furyasının Karanlık Yanında Neler Yaşandı[i] başlıklı yazısında erotik film furyasında rol alan erkek oyuncuların saygın tiyatrocular olarak hayatlarını sürdürmelerine rağmen kadın oyuncuların çoğunun intihar ettiğini, şiddete maruz kaldığını ya da ülkeyi terk ettiğini anlatmıştı. Buna rağmen Parçalı Yıllar, İlkin Tüfekçi tarafından canlandırılan kadın oyuncunun erotik filmde rol almak istemeyen Aytekin’i erotik filmin kendisinin hayatını kurtardığını söyleyerek duygusal bir konuşmayla ikna etmeye çalıştığı sahnede bu gerçeği çarpıtma yoluna gidiyor.
Emre Sert ve Gözde Yetişkin’in Sahibinden Rahmet’inde annesinin mezar taşını yaptıracak kadar dahi parası olmayan İrfan’ı izliyoruz. İrfan eşi Münevver’le birlikte annesinin evinde yaşar ve yoksulluktan kurtulmak için arazisine düşen meteorun parçalarını satmaktan medet umar. Meteor parçası aile içindeki çürümenin, üstü örtülen sorunların simgesi haline gelir. İrfan’ın taşı elinden çıkaramayışıyla atık sudan kaynaklanan evin duvarındaki lekenin giderek büyümesi ve kokunun yayılması paralel ilerler. Taşın parçalara ayrılması hayatında hiçbir şeyi kontrol edemeyen İrfan’ın dağılmasını anlatır gibidir.
Şeyhmus Altun’un Aldığımız Nefes ve Seyfettin Tokmak’ın Tavşan İmparatorluğu filmlerinde yoksulluğun hakim olduğu annesiz evlerde öfkeli çocuklar izledik. Aldığımız Nefes’teki Esma, Reha Erdem karakterlerini özellikle Beş Vakit’in Yıldız’ını ve Hayat Var’ın Hayat’ını andırıyordu. Annenin olmadığı evde üç erkek kardeşinin ve babasının bakımını üstlenen, ev içi görünmeyen emekten sorumlu olan Esma’nın öfkesinin sebeplerini anlamak için çaba harcamak gerekiyor. Altun, Esma’nın abisine kızgınlığının, abisini kıskanmasının nedenlerini güçlü biçimde önümüze koymadığı gibi Esma’nın babasından sevgi talep ettiğini de göstermekte yetersiz kalıyor. Bu nedenle Esma’nın filmin sonundaki kendine dönük şiddet içeren eylemi ve bu eylem sayesinde babasına temas edip sarılabilmesi melodrama has şok edici eylemden öteye gidemediği gibi Esma yine aile erkeklerine bakım vermeyi sürdürüyor. Ulusal Yarışmadaki ödüllerin büyük bölümünü alan Tavşan İmparatorluğu Reha Erdem’in Hayat Var, Kaan Müjdeci’nin Sivas ve en önemlisi Emin Alper’in Kurak Günler filmlerini çağrıştırıyor, sentezliyordu.
Tavşan İmparatorluğu, Aldığımız Nefes’e kıyasla çocuk karakterinin anne özlemini çok daha somut kurmayı başarıyordu. Elazığ’da çekilen film, annenin iş cinayetinde ölüm haberiyle açılır. Beko’nun yeni kaybettiği eşinin eşyalarını aldığı sahnede Beko cüzdandan aldığı paralar dışındaki her şeyi yere atar. Sahne, karı-koca arasındaki sevgisizliği ve aslolanın geçim derdi olduğunu göstermede hayli başarılıdır. Engellilerin gittiği okulun yöneticisi olan Muzaffer aynı zamanda tazılara tavşan avlatılan bahis çetesinin başındadır. Suçun ve şiddetin birlikteliği Kurak Günler’deki Şahin karakterini ve domuz avı sahnesini çağrıştırır. Musa’nın tazı avından kurtarmak istediği tavşanlarla kendisine kurduğu dünya tüm bu erilliğe, şiddete, suça ve sevgisizliğe direniştir aynı zamanda. Tavşan İmparatorluğu sinemamızdaki kadim baba-oğul çatışmasını babanın oğlundan taraf olması ve onu korumasıyla sonuçlandırdığı için değişime kapı aralar.
Ragıp Ergün’un Noir’ı ve Erdem Yener’in Barselo’su ve Tunç Davut’un Kesilmiş Bir Ağaç Gibi adlı yapımlarında ise erkek şiddeti yer alıyordu. Noir ve Kesilmiş Bir Ağaç Gibi izleyiciye katilin kim olduğunu söylemiyor. Noir izleme deneyimi açısından festivalin en zor filmlerinden biriydi. Evlilik hazırlığında olan genç çift uçurum kenarında tartışır ve kadın ölür. Arabada kadının kız kardeşi de olmasına rağmen; kadının intihar mı ettiği yoksa sevgilisi Kerem’in mi onu öldürdüğü belirsizdir. Noir erkek şiddeti sorununu, başta öldürülen kadının sevgilisi olmak üzere toplu delirme hali şeklinde tasvir ediyor. Çiftin aileleri beyaz eşya ve altın üzerinden mal paylaşımı derdine düşüyor ve karşılıklı ağız dalaşı ile kavga; anlatının bütününe hakim olan hayli yorucu ve gürültülü bir karmaşa atmosferi yaratıyor. Noir’ın ilginç yanıysa öldürülen kadının cenazesinde ağladığı için linç edilmenin kıyısından dönen, Çin Mahallesi’ndeki dedektif J.J Gittes gibi burnunda yara bandıyla dolaşan, sonunda nefret ediyorum cahillerden diyerek cinnet getiren yönetmen aydın figürü. Söz konusu karakterin, ülke sinemasının aydın temsili tarihinde hayli ilginç bir yerde konumlanacağı öngörülebilir.
Alper Kul’un yazdığı İkincikat tarafından sahnelenen tiyatro oyunu Barselo Erdem Yener’in yönetiminde uyarlanmış. Çoğunlukla tek mekanda geçen Barselo, Gemide ve Barda’nın kaldığı yerden sürdürüyor anlatısını. Gemide’de konuşmayan ve sürekli şiddete maruz kalan Rusyalı kadının yerini Barselo’da Suriyeli, Özbek ve Moldovalı kadınlar alıyor. Baş karakter Komodo’nun annesine duyduğu güvensizliği kadınlara adeta sınav sorusu gibi yansıttığı diyelim öldüm ben cümlesini her seferinde kadınların öldürülmesi takip etmesine rağmen filmin izleyiciyi güldürmesi en önemli sorunları arasındaydı. Sürekli güldüğümüz ‘sempatik’ Komodo, Barselo’nun ortalarında, Dolunay Soysert’in canlandırdığı kadın karakteri öldürür, cesedini valize yerleştirir ve ardından tam sahnenin ortasında izleyiciye doğru valizi açarak cesedi önümüze serer. Anlatının sonunda ortalığı kan gölüne çeviren, seri biçimde cinayet işleyen Komodo’nun annesinin de, öldürdüğü kadınlar gibi seks işçisi olduğu ortaya çıkarr. Böylece ‘zavallı’ anne travması olan karakterle........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein