Hayatımda iz bırakanlar - VI
‘Hayatımda İz Bırakanlar’ yazı dizisine ‘annem’ ile başlamak beni yeni bir yolculuğa çıkardı. Geçmişimden bir kez daha yürümeye başladım. Başlarken böyle olacağını bilmiyordum. Yazı bir kez daha yolunu yaptı. Bir yandan geçmişimden yeniden yol alırken, diğer yandan yazı, yazmak, söz, sözün anlamı, uzaktan yazmak, sürgün üzerine de iç seslerimi dinleyerek yol alıyorum. Diziye başlarken her bir yazı için önceden plan yapmadım, ancak günlerce ve günlerce duygu, ses, özlem ve kelimeler topladım. Onlar ‘şimdi zamanı’ dediğinde klavyenin başına geçtim.
Adına ‘yürümek’ dediğim yaşam yolculuğumda en büyük zenginliğimin birlikte ortak hayaller/hikâyeler kurduğumuz insanların güzelliği olduğunu her zaman söylerim. Zaman zaman kendimi tam da bunların toplamı olarak görürüm. Bu güzel insanlardan bir tanesi de Sertav Çiya Eker’dir. İdeolojik okumalarımın en yoğun olduğu zamanların birinde yolumuz çakıştı Sertav Çiya ile.
Sertav Çiya ile tanışmak bu okumalara daha güçlü bir şekilde edebiyat okumalarını katmaya başladı. İdeolojik okumalar ile içinde olduğumuz mücadele hattına çok şeyler katabiliriz; ancak edebiyat, sanat, şiir okumaları ile o insana hayat katmaya başlarız. Nedense örgüt ortamlarında sanat, edebiyat, şiir okumalarına boşa geçirilen zaman gibi bir yaklaşım ile çok da pozitif bakılmazdı. Edebiyat okumak biraz da küçümsenirdi, oysa edebiyat okumak insan olmayı tamamlamaktı benim için.
Bir kentten diğerine devrim için yürürken, 1994 yılının baharında tanıdım Sertav Çiya’nın yaşam alanını. Amin Maalouf, insanlar babalarından çok, zamanlarının çocuklarıdır, der. Bizler de benzer bir zamanın çocuklarıydık. Halkımızın, halklarımızın özgürlük taleplerinde, sosyalizm mücadelesinde yol alarak kendi patikamızı kurmak, kurarken de özgürleşmek için çıkmıştık yola.
Hayatımızın patikasını ne zaman kurmaya başlarız, hangi adımlarımızdan sonra ‘işte şimdi başladım’ deriz bilmiyorum, ama bildiğim bir şey varsa da o da annemin ‘iyi bir insan ol’ sözlerinden sonra kulaklarıma ben 14’ümde iken Hasret Gültekin’in; "Her akşam olmadan önce, solgunlaşır gökyüzü ve her şey geçer usulca ve her şey daha yorgun sessiz" melodisi oldu. Sertav Çiya Eker ile biz bu melodilerin kulağımıza bıraktığı çağrıda buluştuk.
Bugün olduğu gibi 1990’larda da içeri’de ya da dışarda olmak fark etmiyordu, her günün sabahında gazete manşetleri kaybettiğimiz canların tebessüm eden fotoğrafları ile dolu oluyordu. Her bir defasında geride kalan olmak çok acı veriyordu, her gidene içimizde bir borçluluk duygusu yükseliyordu. Bilim insanı Delal Aydın bu durumu kendi doktora çalışmasında; “90’ların yurtsever gençliği arkadaşları için yas tutacak ve hayatlarına kendi doğruları çerçevesinde devam edecekleri bir kamusal alan bulamadılar. Burada “fazladan yaşam” bugün var olan ile gençken mümkün olduğunu hayal ettikleri yaşam arasındaki bir bölünmeye işaret ediyor. Var olanla bir zamanlar hayal edilen arasındaki boşlukta “fazladan yaşam” hissi, bir yandan kaybedilen arkadaşlara bağlılığı ifade ediyor, diğer yandan da kaybedilen bir genç benliğe, onun bir zamanlar sahip olduğu umuda ve inanca hakkını vermeye çalışıyor,” diye ifade eder.
Öğrencisi olduğum Cumhuriyet Üniversitesi’nde yurtsever-sosyalist grup olarak yoğun bir süreç yaşıyorduk. Amasya, Tokat, Sivas öğrenci grupları olarak çeşitli etkinliklerde bir araya geliyor ve kendi okullarımızda 12 Eylül sonrası ilk hareketlenmelerini yaşıyor, kurduğumuz öğrenci derneklerinde akademik ve........
© Bianet
visit website