menu_open
Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Barış bir ütopya mıdır?

11 1
26.10.2024

Barış neden bu kadar çok uzağımızda duruyor? Yaşamım süresince peşinde olduğum en temel sorulardan bir tanesi bu oldu.

Bu kadar çok söz ve eylem kurduğumuz, hemen hemen herkesin "Evet ya, elbette barış" dediği bir durum neden hayatımızın bir parçası olmaktan bu kadar uzak? Neyi yanlış yapıyoruz? Nereden doğruya dönüp barışı hayatımızın bir parçası kılabiliriz? Bu denklemde sorular kuramıyor olsam da, çocukluğumdan itibaren hep içinde olmak istediğim iklimin mücadelesi içinde oldum.

Buna, çocukluğumdaki çocuk kavgalarının bir parçası olmamakla başladım. Sadece senin bunların bir parçası olmaman yetmiyor. Etrafında eril/erkek dil, özellikle ötekileştirdiği kadınlık üzerinden seni istemediğin bir alana çekmeye çalışıyor.

Küçük bir alanda, sudan sebeplerle erkeklerin ve onlarla birlikte duran kadınların kavgalarını izlemek bana çok anlamsız geliyordu. Anlam veremiyordum: derenin suyu bugün senin, yarın yanındaki bostana akabilir, bunu planlamak o kadar mı zor? Neden bu kadar zorlaştırıyorsunuz hayatı diye içimde öfke biriktiriyordum.

Bir süre sonra akranlarımla olan kavgalarımdan uzaklaşmaya başladım, mahallemizdeki köy kavgalarına sadece uzaktan bakıyordum. Taraf olmam gerektiğinde, kan bağı değil, kimin haklı, kimin haksız olduğu benim için belirleyici oldu.

Erkeklerin kadınlar üzerindeki söz ve söylemlerine sert tepkiler vermeye başladım. O kalıplara dair ince ayar söz ve eylemlere karşı bir pratik içinde buldum kendimi. Savunmada çıkmış ben, artık özsavunma yapıyordum.

Bir süre sonra fark ettim ki, kan bağı taşıdığım ya da taşımadığım diğer erkekler yanımda kadınlar hakkında rahat konuşmuyorlar. Çocuklar kavgalarına beni çağırmıyorlar, zira benim daha büyük dertlerim vardı. Annem bir başına hem ev işlerine, hayvanların bakımına, toprak işlerine koşturuyor, hem de biz yedi kardeşe yetmeye çalışıyordu. Babamı çocukluğumda hep yabancı bildim; o hep gurbetlerdeydi. Kafamda bunlar varken, ben "oğlan çocuğu" halimle tepemdeki erkeklerin "Ama sen erkeksin, kadın işleri..." nakaratlarına kulak asmadan köydeki evimizin önünde bakır leğende kardeşlerimin ve annemin çamaşırlarını yıkıyordum.

Ayak bastığım alan büyüdükçe meseleler de büyümeye başladı. Oysa ben hep dağ tepe arkasında koştuğum kelebeklerin, içimi ayartan tepemdeki güneşin davetinde hayaller kurmayı seviyordum. Okul için köyden küçük şehre gitmek, bir süre sonra ufkumda başka soruları çoğaltmaya başladı.

Ramazanda çekirdek çıtlatıyormuşum, Galatasaray bir Avrupa Kupası'nda maç kazandığında sokakların kalabalığına karıştığımda Kürt olduğum için bunu yapmaya hakkım yokmuş. Özcesi, ayak bastığım, koştuğum, dokunduğum alanlar çoğaldıkça özgürlük saham küçülmeye başlıyordu. Hetero olmamak bir dert, Türk, Sünni olmamak başka dertler...

Bu çatışma alanları üzerinden, erkeklere kulaklarımı kapatmayı öğrenerek kitaplara sığınmaya başladım. Annemin en iyi yol arkadaşım olduğu zamanlardı. Hayata dair ondaki sorular da sorularımın torbasında birikmeye başlamıştı.

Hayatta stratejik ittifakım her zaman kadınlar olacaktı artık. Sonrasında, kitapların, soruların ve benzer dışlanmışlıkların patikasında benim gibi sorularla kafası meşgul başka güzel arkadaşlarla yolum kesişti. Onlarla birlikte okul sıralarından nehir boylarına, kırlara, başka köy meydanlarına çıkmaya başlamıştı artık yolum.

Toprak komşum Hasret Gültekin, yaşadığım nehrin diğer yakasına "Utay" demişti. Onun melodilerinde yol aldıkça, barışa dair umutlarım ilk kez büyümeye ve çoğalmaya başlamıştı.

Sonrası ezilen sınıf mücadelesi, ezilen, sömürülen halkların özgürlük mücadelesi; El Salvador'dan Vietnam'a, Vietnam'dan Kürdistan'a...

Okudukça, okuduklarımdan ve yan yana durduğum insanlardan çoğalmaya başladığımda, barış bir kez daha uzaklaşmaya başladı. Zira bitip tükenmek bilmeyen savaşların tarihçeleri birikiyordu hafızamda.

Ama İNAT!

........

© Bianet


Get it on Google Play