menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Türkiye-Çekoslovakya diplomatik ilişkisinin yüzüncü yılında: Elimizdeki yetki ve kudretin yeniden tasarımı

23 1
12.06.2024

Türkiye-Çekoslovakya arasında kurulan diplomatik ilişkinin yüzüncü yılında Prag’da “Çek-Türk İşbirliği Parkı” açıldı. 6 Haziran’da düzenlenen törene Çek Cumhuriyeti’nde görevli 30’u büyükelçi düzeyinde 52 ülke temsilcisi katıldı. Türkiye’den ve çevre ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızın da katılımıyla açılış töreni bir kutlamaya dönüştü.

Prag-6 belediyesi sınırları içindeki Ankarska (Ankara) Caddesi boyunca bir buçuk kilometre uzunluğundaki bu parka adını vermek pey öyle kolay olmamış. Çek Cumhuriyeti Büyükelçimiz Dr. Egemen Bağış, eşi Beyhan Bağış, diplomatlarımız, katkıda bulunan iş insanlarımız ve Prag-6 Belediye Başkanı Yakup Starek, törende ipi göğüsleyen atletler gibiydiler.

Sonuçta “AB” topraklarındasınız ve bildiğiniz gibi dünyada taşların yerinden oynadığı bir sürecin sancılarını en çok hisseden, bağımsızlığına, birliğine ve bütünlüğüne çok düşkün bir ülkesiniz.

O zaman basit bir park adı olmaktan çıkıyor olay.

Devreye PKK’sından, FETÖ’süne, sahte sol terör örgütlerine, Ermeni lobisine kadar bütün araçlar giriyor, harekete geçiriliyor. Birçok devrimin kıymetini bilen ülkede heykelleri bulunan, dünya tarihinde adı yazılan bir devrimin lideri Atatürk bile, özellikle böyle bir dönemde tartışma konusu oluyor. Aslında belki de adına ve fikrine ve de zikrine böylesi yakışıyor. Hâlâ emperyalizme korku salıyoruz. Atatürk’ün dediği gibi “yalnız kendimiz için mücadele ediyor olsak çok daha kısa sürer ve kolay olur” işlerimiz, ama bir parka ad koyarken bile telaşa veriyoruz emperyalistleri, çünkü “bu coğrafya için” mücadele ediyoruz. “Atatürk” de bir ad ve kişi değil, bir kavram ve baskın bir “tarz-ı siyaset” diyelim bu kente yakışan bir Türkçeyle.

Prag’da kent merkezi neredeyse bir taşı bile yerinden oynamadan Ortaçağ’dan bu yana olduğu gibi kalmış. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun mimariye de yansıyan “ey paryalarım ben çok büyüğüm, sen minnacıksın, onun için bana itaat etmek zorundasın” diye insana ta gökyüzünden bakan Ortaçağın o bütün ihtişamı hâlâ yaşıyor sanki. Kaldırımlar, parke taşlar, büyük kapılar, büyük sanatsal emek barındıran süslü binalar, oymalar, kakmalar, heykeller, heykeller… Sokaklar açık hava müzesi gibi… Hepsinin, her köşe başının bir öyküsü var.

Şöyle söyleyeyim: 10 milyon nüfusu besleyecek kadar.

Bu ne demek?

Turizm demek.

Para demek.

Ben hiç başka bir yerde böyle akın akın insan görmedim. Hem de 12 ay… Burnunuz donuyor ama yine de devam. Hem de dünyanın aklınıza bile gelmeyen en uzak ülkelerinden grup grup insanlar. Gece yarılarına kadar sokaklar sanki Bodrum havasında.

Turizme bir de Skoda ve silah sanayisini de eklediniz mi kişi başına düşen gelir 1922 rakamlarına göre 44.653 (GSYİH-SAGP, Dolar)

Ancak ekonomide Almanya’ya, dış politikada ABD’ye dayandınız mı nereye kadar gidersiniz… Her şeyin bir bedeli var.

PKK ve FETÖ’nün sesinin belediye meclislerinde çıkmasından belli değil mi…

Geçen geldiğimde çiftçilerin şikâyetlerini dinlemiştim “AB kapsamında”!

Keşke bize bir tek çiftçisi benzemeseydi.

Elimizdeki turizm cevherini de hakkıyla bir bileydik. Deniz, güneş, kum deyip sonra da sekiz ay kış uykusuna........

© Aydınlık


Get it on Google Play