Kişiselleştirmenin sınırını kim belirliyor?
Eskiden markalar kişiselleştirmeyi yalnızca bir tercih olarak sunuyordu. Bugün ise yapay zekâ, tüketicinin parmak izi niteliğindeki davranışlarını izleyerek neyi, ne zaman görmek istediğini tahmin ediyor. Tüketicinin geçmiş aramaları, izlediği videolar, beğendiği içerikler, gezindiği sayfalar ve hatta yazma hızı gibi veriler, kişisel profil oluşturmak için kullanılıyor. Bu veriler bir araya geldiğinde markaların karşısında güçlü bir öngörü makinesi ortaya çıkıyor. Ancak bu öngörü, sınır aşımı riskini de beraberinde getiriyor.
“Beni anlamanı istiyorum ama beni izlememeni istiyorum” diyen tüketici, markalara yakınlık ile mahremiyet arasında ince bir çizgi kurma görevi veriyor. Örneğin bir kullanıcı yeni bir spor ayakkabı arıyorsa bununla ilgili öneriler almayı doğal karşılıyor. Ancak birkaç saat önce konuştuğu bir konunun anında reklama dönüşmesi, takip edildiği hissini yaratıyor. Bu his, kişiselleştirme başarısız olduğunda markayı güçlendirmek yerine zayıflatıyor.
Markalar artık kişiselleştirme ile manipülasyon arasındaki çizgiyi etik kodlarla belirlemek zorunda. Bunun nedeni yalnızca tüketici güveni değil; yasal düzenlemeler de bu alana ciddi sınırlar getiriyor. 2025, veri güvenliğinin tercih değil, zorunluluk olduğu bir yıl. Veri ihlalleri, şeffaf olmayan veri kullanımı ve tüketici rızası olmadan yapılan kişiselleştirme girişimleri, markaları ağır yaptırımlar ve itibar kaybıyla karşı karşıya bırakıyor.
Kişiselleştirmeyi doğru yapan markaların ortak özelliği ise ihtiyacı tahmin edip baskı kurmamalarıdır. Yani tüketiciyi yönlendirmek yerine ona alan açmak, markayı takip eden bir gölge değil, destek olan bir rehber hâline getiriyor. Yapay zekânın kullanımında en etkili yaklaşım, insanı........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin