menu_open
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ben hep seni arıyorum İstanbul

14 0
30.08.2024

Ben ‘eski İstanbul’a yetişebilen, onu yaşayabilen kuşaklardan olamadım. Bölük pörçük, hayal meyal birtakım görüntüleri ucundan yakalayabildim sadece. Mesela, sokağımızın sonunda, şimdi Kurtuluş Ortaokulu olan yerde bostanlar vardı. Oraya gider, sebzelerimizi oradan alırdık. Bostancı iyi günündeyse bizim toplamamıza izin verirdi.

Madem bostanlardan girdik mevzuya, oradan devam edelim. Kanımca –eski– İstanbul’u İstanbul yapan fiziksel üç temel unsur vardı: bostanları ve bağ-bahçeleri; sahilleri; dereleri (belki bunlar kadar temel değil ama bir dördüncü unsur olarak çeşmeleri de eklenebilir). Tabii bunlar da birbiriyle bağlantılıydı; İstanbul’un deresi, suyu bol olduğu için bostanı da çeşmesi de çoktu. Bu fiziksel unsurların yanı sıra İstanbul’a karakterini veren sosyal özelliklerinden biri de Ermeni, Rum, hem Sefarad hem Aşkenaz olmak üzere Yahudi, Süryani, Bulgar, Levanten (unuttuğum varsa siz ekleyin) topluluklarıydı. Bunlar şehrin sosyal, ticari, kültürel ortamında, âdetlerinde görünür ve etkiliydiler.

İstanbul son 75 yılda hem bu fiziksel, hem de sosyal özelliklerini geri döndürülemez biçimde kaybetti. Sahil yolları, sahilleri öldürdü, bitirdi. Bir boğaz ve sahil kenti olmasına rağmen bugün İstanbulluların denizle ilişkisi olması gerekenin çok gerisinde. Eskinin plajlarından, iskelelerinden, kayıkhanelerinden eser yok. Kayığıyla açılıp balık tutan İstanbul sakini herhâlde binde birdir. Halbuki, sahil semtlerinin eski ahalisinin anılarını okuduğunuzda kayıkla açılıp balık tutmanın başlıca hobilerden biri olduğunu görürsünüz. Tabii, bu insanlar balığı da tanıyor, hangi balığın ne zaman, hangi mevkide tutulacağını biliyorlardı. Tahmin ediyorum bugün........

© Agos


Get it on Google Play