VAHİY SORUNSALI (2)
“Tanrı hakkında yalan yanlış konuşan veya olay ve durumlar karşısında ânında yahut en hızlı biçimde yüreğinde tepki sözleri doğmadığı halde ‘İçime doğdu.’ diyen, bilgi ve haberlere en hızlı ve en kestirme biçimde ulaşmadığı halde ‘Hızlıca ulaşıyorum.’ diye iddiâda bulunan; ‘Vicdânlı, sağduyulu ve bilge insanlar gibi ben de halkın aklı ve yüreğinde iz bırakan sözler söylerim, vicdânın sesine tercüman olurum, hakkı tutup kaldırırım, sağduyulu sözleri duyururum.’ diyen ve uydurduğu yalanlarla gerçekleri yırtıp atan, Tanrı’nın söylemediği bir sözü veya yapmadığı bir eylemi Tanrı söylemiş ve yapmış gibi sunan bir yalancıdan daha karanlık biri; sahte yollardan karizma elde etmek için kendi hakkında uydurduklarını bedensel, zihinsel ve psikolojik baskılarla dayatmaya kalkışandan daha karartıcı bir tip var mıdır?!”[1] âyeti tarihsel olarak Müseyleme, Secâh, Nadr bin Hâris, Esvedü’l-Ansî, Amr bin Lühay ve Abdullah bin Sa‘d bin Ebû Serh[2] gibi Tanrı’dan mesajlar getirdiğini, kendi etrafında toplanılması gerektiğini savunan ve Muhammed’in yalancı olduğunu iddiâ eden kimselerle ilgilidir.
Hindistan, İran, Arabistan, Mezopotamya ve Mısır’da peygamberlik geleneği vardı. Resûl[3] ve nebî[4] denilen kimseler zâlim, arızalı ve köleci toplum düzeninde adâlet, eşitlik ve barış değerleri kurmak isteyen önderlerdi. İranlılar her türden değişimci ve dönüşümcü önderlere peygamber[5] derdi.
Peygamberler, Tanrı derken tüm somut nesne ve varlıkları devre dışına atarak içsel güçlerimiz olan vicdân, sağduyu ve aklı öne çıkarıyorlardı. “Tanrı böyle istiyor.” dediklerinde Tanrı’nın sesini göklerden yeryüzüne duyuracak biçimde dinletmediler, “Vicdânın gereği, sağduyunun hedefi, aklın icabı böyledir.” demek istiyorlardı. Eğer mesaj aldıkları Tanrı’yı gösterme veya Tanrı’nın sesini duyurma diye bir dertleri veya güçleri olsaydı hiç şüphesiz bundan kaçınmazlardı. Ancak onlar doğuştan getirdikleri ve potansiyellerinde var olan devrimci mücâdele azmiyle hareket ettiklerinden olumsuz ortamlarda devreye girdiler ve halklarına önderlik ettiler.
Peygamberlerin maksadı insanı alnı secdeden kalkmayan bir namaz tutukununa dönüştürmek değildi, zulme başkaldırma bilinciyle insanları diriltmek istiyorlardı. Vicdân elçisi Muhammed’in üslubunda gördüğümüz “Ey Muhammed şöyle söyle…” biçimindeki Kur’ân dili, o zamanlarda sözlere Tanrısal karizma katma üslubudur. Meleğin konuşması, Tanrı’nın insan potansiyeline yerleştirdiği melekelerin (yeteneklerin) işlevsellik kazanmasıdır.[6] Ancak dilin tarihsel ve etimolojik[7] sürecinden haberdâr olmayanlar sözün literal üslubuna takılarak ve yaşadığı zamanın öncesine geçemeyerek anlamın güncel karşılığına takılıp kalmaktadır.
“Doğru, gerçek, faydalı ve uyarıcı nitelikteki bilgi ve haberlere öfke kusan, nefret saçan ve kin duyan tanıdığınız veya tanımadığınız kimseler; vicdân, akıl ve sağduyu değerlerini haber verenlere düşman olur, hatta onları bilgi ve haberleri halka duyurmalarından vazgeçirmeye çalışır. Bunlar, birbirlerini bir yandan dil, dudak, ağız, göz, kaş işaretleriyle kandırdığı gibi öte yandan yalanı bol ama süslü sözlerle de kendilerini avuturlar.”[8] âyetinde cin şeytanlarının, ins şeytanlarının veya ins ve cin şeytanlarının birbirlerine hızlı ve gizli biçimde bilgi taşıdıkları ve haber uçurduklarından bahsedilir. Gelenekçiler, Orta Doğu’nun cin ve şeytan efsaneleriyle donanmış olduklarından bu âyeti hemen soyut ve korkunç canlı türleri olarak algıladıkları şeytan ve cin motifleri üzerinden yorumlayarak eğlenceli bir cinlik sergiler ve şeytanlık yaparlar.
Arapçada ins duyularla algıyabildiklerimiz, cin duyularımızla algılayamadıklarımız demektir.[9] Şeytan, gerçekte çift boynuzlu çöl yılanının adı olsa da mecâzen öfke kontrolü olmayan, kinci, şiddet eğilimli, yıkıcı, yakıcı, düşmanlıktan beslenen kişi(ler)dir. İyilik ve barış için çalışanlar nasıl ki barış, güven, eşitlik ve özgürlük mesajlarını olabildiğince açıktan duyuruyorlarsa nefret, düşmanlık, ayrımcılık, bölücülük ve şiddet yanlısı şeytanlar da barışa set kurmak için gizlice haberleşir ve derinlerde plânladıklarını hayata geçirmeye çalışır. Vicdân elçisi Muhammed ne kadar şeffaf ise onun düşmanları da o kadar yeraltı eylemlerine yönelerek derin düzenin parçaları olarak karşı devrim için harekete geçer. Bu tarihsel olgu; yani iyi kötü, güzel çirkin, yapma yıkma, birleştirme ayrıştırma, çoğulculuk tekçilik ve paylaşım sınıflaşma çelişkileri tüm zamanlarda yaşanmıştır. Bu çatışmada peygamberler vahyin olumlu tarafındaki önderler olmuş, şeytanlar ise vahyin olumsuz tarafındaki bölücülük ateşini yakanlar grubuna girmiştir.
“Öfke, kin, düşmanlık, hırs, başıbozukluk ve nefret ateşini yakanlar; yalancı ve talancı ideolojilerine Tanrısal karizma katanlar; dost ve yandaşlarına sizinle savaşmaları için ses, söz ve yazıyla veya şifrelerle en hzlı ve en kestirme biçimde birbirlerine bilgi ve haber........© Adil Medya
visit website