menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Distopyalar: Gerçekleşen Kâbuslar mı? Ütopyalar: Hayal mi?

10 0
08.10.2025

Distopyalar: Gerçekleşen Kâbuslar mı? Ütopyalar: Hayal mi?

Distopyalar, insanlığın karanlık yüzünü ve kontrolsüz güçlerin yıkıcı etkilerini sergileyen bir ayna işlevi görüyor. Orwell’in 1984’ünde “Büyük Birader”in her an izleyen gözleri ya da Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında bireylerin haz ve uyum uğruna özgürlüklerinden feragat ettiği toplum, günümüzle ne kadar örtüşüyor?

Gözetim kapitalizmi, bireylerin davranışlarını öngörmek ve yönlendirmek için devasa bir makineye dönüşmüş durumda. Sosyal medya platformları her tıklamamızı, beğenimizi, ekranda geçirdiğimiz süreyi hatta sessizliğimizi bile analiz ederek bizi birer “veri paketi”ne indiriyor. Bu, bireysel özgürlüğün aşınması mı, yoksa modern insanın gönüllü bir teslimiyeti mi?

Çin’deki sosyal kredi sistemi buna çarpıcı bir örnek. Vatandaşların her davranışını puanlayan bu mekanizmada, otobüste yer vermek ya da vergileri zamanında ödemek puanı artırırken, hükümet karşıtı bir paylaşım yapmak puanı düşürebiliyor. Batı da ise gözetim kapitalizminin daha sofistike versiyonları işbaşında. Orwell’in hayal ettiği totaliter kontrol, artık yalnızca fiziksel gözetimle değil, dijital algoritmalar aracılığıyla da hayatımıza sızmış olabilir mi?

Ekolojik krizler, distopyaların bir başka boyutunu oluşturuyor. Mad Max’teki çorak topraklar ve kaynak savaşları, iklim değişikliğinin hızlandığı dünyamızda uzak bir ihtimal olmaktan çıkıyor. IPCC raporları, küresel ısınmanın 1,5°C sınırını aşma riskinin giderek arttığını; bunun da selleri, kuraklıkları ve göç dalgalarını tetikleyeceğini vurguluyor.

Teknoloji ise tabloyu daha da karmaşıklaştırıyor. Yapay zekâ ve otomasyon bir yandan iş gücünü devre dışı bırakıp milyonları işsiz bırakma potansiyeli taşırken, öte yandan sağlık ve eğitimde devrim yaratma vaadi sunuyor. Peki, bu çelişkili etkiler distopyayı mı besliyor, yoksa yeni bir çıkış kapısı mı açıyor?

Distopyaların popülerliği, belki de insanlığın kendi yarattığı sorunlarla yüzleşmekten kaçmasının bir yansımasıdır. Bu eserler yalnızca bir uyarı değil, aynı zamanda eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ve toplumsal kırılganlıkları teşhis eden birer araçtır. Asıl soru şu: Distopyalar, kaçınılmaz bir kaderi mi işaret ediyor, yoksa değişim için bir çağrı mı?

Psikolojik boyutu da göz ardı etmemek gerek. İnsanlar neden karanlık senaryolara bu kadar ilgi duyuyor? Belki de bu, belirsiz geleceğe dair kaygılarımızı somutlaştırarak kontrol edilebilir bir forma sokma çabasıdır. Antropolog Ernest Becker’in “ölüm korkusu” teorisi burada devreye giriyor: Distopyalar, bize sonluluğumuzu ve kırılganlığımızı hatırlatarak modern insanın varoluşsal krizini yansıtır. Fakat bu karamsarlık aynı zamanda bir tür katarsis, yani duygusal arınma da sağlayabilir mi? Belki de distopyalar, korkularımızı dışa vurmanın ve onlarla mücadele zemini oluşturmanın bir yoludur.

Ütopyalar: Hayal mi, Gerçek mi?

Ütopyalar, distopyaların aksine,........

© Açık Gazete