Bir kez daha konuştuk, hatta haykırdık, celallendik, kızdık kadın ve erkekler eşit değil diye. Her 8 Mart bir öncekinin tekrarından ibaret. Sorun ciddi, çözüm belli, ancak bu kısır döngüden çıkış zor. Çünkü zamanında birileri karar vermiş nasıl yaşanacağına, kimin nerede konumlanacağına, hangi rolde olacağına. Birileri bütün bir sistemi egemenler ve bağımlılar, ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürgenler, efendiler ve köleler, yönetenler ve yönetilenler, emir verenler ve emirlere amade olanlar biçiminde ayrıştırarak kurmuşlar. Dahası günümüzün güya ileri uygarlık çağında insanlar ve insan sayılmayanlar biçimindeki ayrıştırmalara ne yazık ki hala tanıklık ediyoruz.

O halde sorun kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikten çok daha derin. Sorun insanal olgunluğa erişilmemişlik. Güce sahip olsun ya da olmasın insan hala insan olmanın ne anlama geldiğini kavrayabilmiş değil.

Sistemler, insanları güçlüler ya da güçsüzler biçiminde ayrıştırırken, gücün tam olarak ne anlama geldiği de henüz tam olarak tanımlanabilmiş ya da kavranabilmiş değil. Sistemlerin, dolayısıyla da insan ilişkilerinin materyal eksende biçimlendiği günümüz dünyasında güçlünün, gücünü maddi değerden aldığı, güçsüzün de maddi değerden yoksun olduğu bilinmektedir.

Oysa insanın, güç tanımını kendi yapımı veya üretimi olan maddeden almaması gerekirdi. İnsanın, maddeden güç aktarımı yapması, aslında maddeyi özneleştirmesi, kendisini ise nesneleştirmesi anlamına gelmez mi?

İnsan, kendi insanal değerini maddeye aktarırken, kendisini maddenin nesnel değeriyle özdeşleştiriyor. Bu anlayış, insanlar arasındaki tüm ayrıştırma biçimlerine de temel oluşturmakta aslında. Maddi güce sahip olanlar, ondan yoksun olanları kendi güç alanlarında nesneleştirmekte. Materyal temele dayalı ayrıştırmalar zamanla cinsiyet, ırk, etnik, inanç, dil, din gibi kriterler üzerinden işlenerek genişletilmiş ve böylece sömüren ve sömürgen ilişkisinden ibaret bir anlayış ve de işleyiş egemen hale gelmiştir.

Kadın ve erkek eşitsizliğinin de bu bağlamda ele alınması sorunun özüne inilmesi açısından daha doğru olur diye düşünüyorum. Mesele insanın, kendi yapımı olan maddeyi yücelterek, ona sığınarak, ondan kendisine güç aktarımı yaparak aslında kendi kendisini, yani insanlığını inkâr etmesidir. Bu inkâr, bu vazgeçiş beraberinde pek çok ayrıştırmayı getiriyor. Bu ayrıştırmaların en kolayı da biyolojik farklılıktan hareketle kadın ve erkek arasındadır.

O halde sorunu konuşurken, kök nedenler üzerinde düşünmek, asıl meselenin insanın, kendi kendisiyle olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Bunun için de öncelikle insanı, iliklerine kadar işlemiş olan madde sevicilikten kurtarmak gerekir. Madde seviciliğin yerine insan sevgisinin bir biçimde konulması için farkındalık oluşturmak lazım. Maddeden güç aktarımı yapmak yerine, insanın gücünün kendinden menkul olduğunun insanlara anlatılması, insanın madde üzerinden değer kazanma çabasından uzaklaşması ve kendisine yönelmesi çözümün başlangıcıdır.

İnsanın önce kendine saygı duyması gerekir, insan olduğu için değer vermesi gerekir. Özsaygı ve özdeğer onu, başkalarına da sırf insan oldukları saygı duymaya, değer vermeye yöneltir. İnsanlar arası eşitlik de ancak böyle sağlanabilir. Her bir insanın anlaması lazım, bu dünyanın yalnızca kendilerine ait olmadığını. Her bir insanın anlaması lazım, bu dünyada yaşayan her insanın, hatta her canlının kendileriyle eşit yaşama hakkına sahip olduğunu.

Asıl mesele bugün içerisinde yaşadığımız dünyanın insancıl olmaması, sistemin insanal değer üzerine kurulmamış olması. Dolayısıyla da sorunun çözümü öncelikle insanal bir dünya kurulması için çaba göstermek. İşte o zaman ayrıştırmalara da yer olmayacaktır. İnsan, insanca bir dünya kurmayı başarabilirse, cinsiyetleri, renkleri, milliyetleri ne olursa olsun herkes insanca yaşama hak ve koşullarına kavuşacaktır.

Bunun bir ütopya olduğunu biliyorum, ancak insanlık isterse yapabilir, onu da biliyorum. Çünkü insanın muhteşem bir kapasitesi var aslında. Kendisinin de farkında olmadığı bu kapasiteyle isterse dünyayı yeni baştan kurabilir. Yeter ki farkında olsun, yeter ki bu bilinç gelişsin, dahası yeter ki istesin.

QOSHE - Ayrıştırmaların olmadığı bir dünya hali - Prof. Dr. Nazife Güngör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Ayrıştırmaların olmadığı bir dünya hali

6 0
11.03.2024

Bir kez daha konuştuk, hatta haykırdık, celallendik, kızdık kadın ve erkekler eşit değil diye. Her 8 Mart bir öncekinin tekrarından ibaret. Sorun ciddi, çözüm belli, ancak bu kısır döngüden çıkış zor. Çünkü zamanında birileri karar vermiş nasıl yaşanacağına, kimin nerede konumlanacağına, hangi rolde olacağına. Birileri bütün bir sistemi egemenler ve bağımlılar, ezenler ve ezilenler, sömürenler ve sömürgenler, efendiler ve köleler, yönetenler ve yönetilenler, emir verenler ve emirlere amade olanlar biçiminde ayrıştırarak kurmuşlar. Dahası günümüzün güya ileri uygarlık çağında insanlar ve insan sayılmayanlar biçimindeki ayrıştırmalara ne yazık ki hala tanıklık ediyoruz.

O halde sorun kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikten çok daha derin. Sorun insanal olgunluğa erişilmemişlik. Güce sahip olsun ya da olmasın insan hala insan olmanın ne anlama geldiğini kavrayabilmiş değil.

Sistemler, insanları güçlüler ya da güçsüzler biçiminde ayrıştırırken, gücün tam olarak ne anlama geldiği de henüz tam olarak tanımlanabilmiş ya da kavranabilmiş değil. Sistemlerin, dolayısıyla da insan ilişkilerinin materyal eksende biçimlendiği günümüz dünyasında güçlünün, gücünü maddi değerden aldığı, güçsüzün de maddi değerden yoksun olduğu bilinmektedir.

Oysa insanın, güç tanımını kendi yapımı veya üretimi olan maddeden almaması gerekirdi. İnsanın, maddeden güç aktarımı........

© 12punto


Get it on Google Play