Amerikan yüzyılının sonu ufukta belirdi bile
Ondokuzuncu yüzyıl bitip yirminci yüzyıl başladığında dünyanın tartışmasız bir tane küresel süper gücü vardı ve bu güç sarsılmaz gözüküyordu: Britanya İmparatorluğu.
Britanya, yanına kısmen Fransa’yı da almış, dünya ticaretinin yarıdan fazlasının kontrolunu elinde tutuyordu. Ama bundan da önemlisi, dünya ticaretinin yapıldığı para birimi konusunda bir tekeldi. Dünyanın bütün ama bütün ülkeleri altın rezervlerini Londra’daki Bank of England’da tutuyordu ve altının değerini de Londra belirliyordu.
Bu muazzam ticaret ve finans tekeli, para biriminin altına dayalı olması nedeniyle dünya çapında toplamı sıfır olan bir oyuna neden oluyordu. Yani birisinin kazancı bir başkasının kaybı anlamına geliyordu.
Dünya çapındaki ekonomik oyunun bu doğası, tabii Britanya ve Fransa dışındaki aktörleri boğuyordu. Kendini büyük ölçüde bu dünyadan ayırmış ve 1823’te ilan ettiği Monroe Doktrini sayesinde kendi arka bahçesini elde etmiş olan ABD sadece bu boğulmadan etkilenmiyor, hatta giderek zenginleşiyordu.
Bizim Osmanlı İmparatorluğumuzun sonunu da getiren Birinci Dünya Savaşı’nın yegane sebebi buydu: Britanya ve Fransa’nın dünyada başka hiçbir ülkenin zenginleşmesine izin vermeyen tekelci konumu.
Savaşı Almanya başlattı, savaşa son dakikaya kadar katılmayan ABD ilginç biçimde savaşın kazananı oldu.
Çünkü ne Britanya ve Fransa ne de karşılarındaki Almanya aslında bu çapta büyük bir savaşı 4 yıl boyunca siperlerde sürdürecek kadar zengindi. O yüzden borç alarak savaşa devam ettiler. Savaştaki iki tarafa da borç veren ise New York’taki bankerlerdi.
Savaş bittiğinde ABD bankaları hem İngiltere ve Fransa’nın hem de savaş mağlubu Almanya’nın ‘patronu’ydu artık.
‘Amerikan yüzyılı’nın ilk adımları böyle atıldı.
İki savaş arası dönemde Amerika, Avrupa’da yeni bir savaş çıkmaması için çok uğraştı. Almanya savaş tazminatlarını ödeyemiyordu mesela, Amerika yeni borç verdi. Verdiği para Almanya’dan Fransa’ya, oradan İngiltere’ye gidiyor ve sonunda yine New York’a geri dönüyordu. Tabii bu turu atarken ciddi bir faiz geliri getiriyordu. Herkesin kaybettiği, ABD’nin tek başına kazandığı bir oyun kurulmuştu.
Amerika’nın çabası ikinci savaşı engellemeye yetmedi. Bu ülke yine savaşa çok geç girdi; gireceği güne kadar iki tarafa borç vermeyi, savaşı finanse etmeyi de sürdürdü.
Savaş bittiğinde ‘Amerikan yüzyılı’ kesin biçimde başlamıştı. Savaş sonunda, savaşı finanse etmek için ülke dışından borçlanmayan tek ülke ABD idi. Sovyetler Birliği bile ABD’den borç almıştı, buna karşılık ABD savaşın tamamını kendi iç piyasasından finanse etmişti. Evet federal hükümetin borçları inanılmaz bir seviyedeydi ama bu borçların tamamı kendi vatandaşınaydı, yani dolarlaydı.
Savaş sonrası Amerika’nın başlattığı ‘Marshall Planı’ adlı plan bir yardım severlik planı değildi. Amerika, Avrupa’nın savaş sonrası onarımını finanse ederek kendi alacaklarını tahsil imkanı yaratıyordu aslında ve Amerikan sanayisinin hakimiyetini perçinliyordu.
Savaşın son döneminden itibaren gerek........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar