Değerli okuyucularım; Konya Harbe Hazırlık Filosunda uçuş öğretmenim olduğu için her zaman onur duyduğum, yaşamım boyunca hep örnek aldığım, adını Türk Havacılık Tarihine haklı olarak altın harflerle yazdırıp efsane havacılar arasına katılan gerek Hava Kuvvetlerinde gerekse Sivil Havacılıkta yüzlerce öğrenciye uçuş öğretmenliği yapmış E. Kpt.Plt(E.Hv. Plt.Kur.Yarbay) Ali KARAÇOBAN hocamın, yayımını sabırsızlıkla beklediğimiz kitabından bir anısını kendisinin de müsaadesiyle sizlerle paylaşıyorum. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Yeşilgiresun Gazetesi sayfasındaki yerin sınırlı olması nedeniyle 3 bölüm halinde yayımlayacağız. Ancak sizlere tavsiyem; 3.ncü bölüm yayımlandığında tüm 3 bölümü de aynı zamanda okumanız ve böylece anlatılanlar birbirine bağlı olduğu için daha bir anlamlı olabilecektir.
ABDULLAH AYNAOĞLU
1969 senesiydi, 18 yaşlarında yüzlerce genç mayolarını giymiş Hava Harp Okulu giriş sınavındaydık.
Heyet başkanı albay; Güler yüzlü babacan bir tavırla sordu:
-Adın Soyadın?
-- Ali Karaçoban efendim
-Nerelisin?
-- Kahramanmaraşlıyım.
-Baba adın?
-- Durdu efendim.
-Kaç kardeşsiniz?
--Altı kardeş.
Kaldırdı kafasını beni biraz süzdü.
-Sporcusun galiba?
--Evet efendim.
-Hangi dal?
--Güreş efendim
-Başarılımısın?
--Türkiye ikinciliğim var.
-Vay be, maşallah...
--Buraya Türkiye güreş şampiyonasından geldim efendim, en teknik güreşçi seçtiler...
Tekrar bir daha süzdü beni:
Aferin dedi, bir de güzel hareket yap bakalım ...
Bu moral bana yetti.
Atladım barfikse 15 yetermiş, 30 barfiks çektim, "yeter lan" diyerek Binbaşı kovaladı beni. Önce kasadan bir parende attım, arkasından minderde güreşten alışkanlık üç kere ters köprü ve devamında ters takla attım.
Sırasını bekleyen adaylar beni alkışladılar...
Beyaz tenli, güleç yüzlü, hafif topluca, gıdıklı birisi bağırdı; sen kazandın hemşerim helal olsun dedi...
Akşam üzeri megafonla kazananların isimlerini okudular, ben de vardım.
Kazananlar okulun yatakhanesinde kalabilir dediler; en çok buna sevindim, çünkü kalacak yerim yoktu.
Akşam okulun yatakhanesinde isim olarak değil de şark usulü memleket ismi olarak tanıştık. Maraşlı olarak ben tektim. En çok İzmirli vardı, sonra Elâzığ, Adana ve Sivas...
Sabahki; "beyaz tenli, güleç yüzlü, hafif toplu, gıdıklı" bana doğru geliyordu, uzaktan bağırdı:
-Nerelisin hemşerim?
--Maraş Maraş... ya sen?
-Balkes, Balkes (Balıkesir)
İlk tanışmamız böyle oldu, adı Abdullah Aynaoğlu idi. Uzun yıllar sürecek arkadaşlığımız böyle başlamıştı.
Ertesi gün uçuş muayenelerine başladık. Önce aç karnına kan ve idrar verip, kahvaltıdan sonra diğer muayenelere devam edecektik.
Her yerde kuyruk vardı. Kan alındıktan sonra elime bir kavanoz tutuşturdular. İdrar doldurup getirecekmişim.
Kavanozu doldurup Laboratuvara yürüyordum ki, bir bankta oturan üç kişiyi gördüm. Birisi de Abdullah Aynaoğlu idi. Ellerinde boş idrar kavanozu, yanlarında da birer bardak su. Her halde idrar biriktirmeye çalışıyorlar diye düşündüm.
Abdullah; şen şakrak bir kahkaha ile boş kavanozu bana doğru uzatarak:
-Ya Maraşlı şuna acık boşaltsana?
-- yarısı yeter mi? Yoksa hepsini mi vereyim, ben bir kavanoz daha işerim.
-Yeter yeter, iki parmak bile yetermiş...
Kavanozun yarısını boşalttım, diğer yarısını da Laboratuvara götürüp teslim ettim.
Uçuş muayenelerini ikimizde kazandık ama Abdullah Aynaoğlu benim idrarımla mı kazandı, yoksa kendi idrarıyla mı kazandı, onu hiç söylemedi, hatırlattığım zaman da sadece güldü.
İstanbul'daki sınavlardan sonra Askeri eğitim, paraşütle atlama ve uçuş eğitimi için Eskişehir'in İnönü Nahiyesine gönderildik. Her aşamada Abdullah'la birbirimize yakın durduk...
Sırtımızda komando yükü dağ tırmanışındaydık, yine yanımdaydı. "Yav Maraşlı ben bizim sülalenin tek erkek çocuğu ve Şükriye hanımla İbrahim Bey'in göz bebeğiyim, bu yük bana ağır geliyor, alışık değilim" dedi. "At o zaman benim yükün üstüne ben taşırım" dedim. Muhabbet olsun diye konuşuyoruz sanıyordum, çıkardı sırtındaki yükünü benim yükün üstüne koydu. Benim yük oldu kırk kilo...
Biraz sonra, çaprazdan gelen takım komutanını görünce korktu, Kendi yükünü yine sırtına taktı.
Paraşüt yer eğitimine başlamıştık. Türk hava kurumunun seçkin öğretmenleri tarafından eğitiliyorduk. Bir de bizim yaşımızda, belkide daha küçük bir kız öğretmen vardı. Adı Selma idi ama biz öğrenciler ona çiçek öğretmen ismini takmıştık. Çünkü binlerce erkek arasında tek başına gökyüzü sevdalısı bir deli kız...
Çiçek öğretmen bize paraşüt katlama, paketleme, paraşütle atlama ve yere inerken yapmamız gereken beş nokta metodunu öğretiyordu.
Paraşüt yer eğitimini tamamlamıştık. Bugün uçağa binip ilk paraşüt atlayışımızı yapacaktık. Ben ilk defa uçak görüyor ve ilk defa uçağa biniyordum. Hani mezarlıktan geçerken korkmuyormuş pozunda türkü söylenir ya; biz de öyle türkü şarkı söylüyorduk. Ama bu türkünün korku türküsü olduğu; karşımızdaki arkadaşların kireç beyazına dönmüş surat ifadesinden anlaşılıyordu.
Bizim timde ben İlk sıradaydım arkamda da Abdullah vardı.

Yıl 1969, solda Abdullah AYNAOĞLU, sağda ben Ali KARAÇOBAN

"Ayağa kalk" komutuyla zınk diye şarkı türkü kesildi, ayağa kalktık.
Sıralama şöyleydi:
-Ayağa kalk.
-Kanca tak.
-Kanca kontrolü yap.
-Kapıda dur.
-ATLA.
En zoru " Kapıda dur" komutuydu. Çünkü dışarı baktığında iki yüz kişilik koğuşlar kibrit kutusu gibi görünüyordu.
Kapıda durdum. Atlayayım mı Hocam dedim, bekle dedi.
Beklemenin sebebi rüzgâr durumuna göre atlama noktası belirleniyormuş.
"Atla" komutuyla attım kendimi. Rehber paraşütün tıkırtısı ve ana paraşütün açılmasıyla kendime geldim.
Baktım yukarıya peş peşe dökülüyor bizimkiler. Abdullah'ı gördüm, "Balkes" diye bağırdım, "Maraaaaş" cevabını duydum.
Ondan sonra da şımardık, el kol hareketleri, birbirimize laf atmalar, paraşütü sağa sola sallamalar...
Şov yapalım derken yere yaklaştığımızı unuttuk, çuval gibi pat diye yere düştük, güya beş nokta metodu uygulayacaktık...
İlk atlayış genellikle böyle olurmuş.
Tarih 23 Ağustos 1969;
İkinci paraşüt atlaması için hazırlanıyorduk ki; Kulakları sağır edercesine.
Bir cayırtı koptu aniden.
Büyük bir patlamanın ardından,
Gökyüzüne yükselen kara bir duman...
Herkes şoktaydı.
Bir eğitim uçağımız öğrenci koğuşlarının üzerine çakılmış;
Öğretmen pilot Üsteğmen Gürol Yılhan ile
Hava Harp Okulu aday öğrencisi Selami Dumanoğulları şehit olmuşlardı...
Selami Dumanoğulları daha Harp okuluna giremeden şehit olmuş ve bizim devrenin ilk şehidiydi. Sevgiyle kalınız.

QOSHE - KAPTANIN KÖŞESİ/ BÖLÜM-34 - Kamil Güngör
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

KAPTANIN KÖŞESİ/ BÖLÜM-34

19 2
17.02.2024

Değerli okuyucularım; Konya Harbe Hazırlık Filosunda uçuş öğretmenim olduğu için her zaman onur duyduğum, yaşamım boyunca hep örnek aldığım, adını Türk Havacılık Tarihine haklı olarak altın harflerle yazdırıp efsane havacılar arasına katılan gerek Hava Kuvvetlerinde gerekse Sivil Havacılıkta yüzlerce öğrenciye uçuş öğretmenliği yapmış E. Kpt.Plt(E.Hv. Plt.Kur.Yarbay) Ali KARAÇOBAN hocamın, yayımını sabırsızlıkla beklediğimiz kitabından bir anısını kendisinin de müsaadesiyle sizlerle paylaşıyorum. Kendilerine çok teşekkür ediyorum. Yeşilgiresun Gazetesi sayfasındaki yerin sınırlı olması nedeniyle 3 bölüm halinde yayımlayacağız. Ancak sizlere tavsiyem; 3.ncü bölüm yayımlandığında tüm 3 bölümü de aynı zamanda okumanız ve böylece anlatılanlar birbirine bağlı olduğu için daha bir anlamlı olabilecektir.
ABDULLAH AYNAOĞLU
1969 senesiydi, 18 yaşlarında yüzlerce genç mayolarını giymiş Hava Harp Okulu giriş sınavındaydık.
Heyet başkanı albay; Güler yüzlü babacan bir tavırla sordu:
-Adın Soyadın?
-- Ali Karaçoban efendim
-Nerelisin?
-- Kahramanmaraşlıyım.
-Baba adın?
-- Durdu efendim.
-Kaç kardeşsiniz?
--Altı kardeş.
Kaldırdı kafasını beni biraz süzdü.
-Sporcusun galiba?
--Evet efendim.
-Hangi dal?
--Güreş efendim
-Başarılımısın?
--Türkiye ikinciliğim var.
-Vay be, maşallah...
--Buraya Türkiye güreş şampiyonasından geldim efendim, en teknik güreşçi seçtiler...
Tekrar bir daha süzdü beni:
Aferin dedi, bir de güzel hareket yap bakalım ...
Bu moral bana yetti.
Atladım barfikse 15 yetermiş, 30 barfiks çektim, "yeter lan" diyerek Binbaşı kovaladı beni. Önce kasadan bir parende attım, arkasından minderde güreşten alışkanlık üç kere ters köprü ve devamında ters takla attım.
Sırasını bekleyen adaylar beni alkışladılar...
Beyaz tenli, güleç yüzlü, hafif topluca, gıdıklı birisi bağırdı; sen kazandın hemşerim helal olsun dedi...
Akşam üzeri megafonla kazananların isimlerini okudular, ben de vardım.
Kazananlar okulun yatakhanesinde kalabilir dediler; en çok buna sevindim, çünkü kalacak yerim yoktu.
Akşam okulun yatakhanesinde isim olarak değil de şark usulü memleket ismi olarak tanıştık. Maraşlı olarak ben tektim. En çok İzmirli........

© Yeşilgiresun


Get it on Google Play