Ne zaman ve kim?
Kamusal tartışmaların dili sertleştikçe, hukuk ile ahlak, ifade özgürlüğü ile hakaret arasındaki sınırlar da giderek belirsizleşiyor. Özellikle sosyal medya mecralarında, hukuki nitelendirmelerin çoğu zaman yargılamanın önüne geçtiği; suçun, daha iddianame yazılmadan kesinlik kazandığı bir atmosfer oluşmuş durumda. Bu ortamda “neyin suç, neyin yalnızca fikir açıklaması olduğu” sorusu, teknik bir ceza hukuku tartışmasından ziyade, dönemin siyasal ve toplumsal iklimiyle iç içe geçmiş bir mesele hâline geliyor. Son dönemde tekrarlanan Allah belanı versin ifadesi etrafında gelişen tartışmalar da bu belirsizliğin çarpıcı örneklerinden biri.
İfade özgürlüğü, hukuk teorisi açısından demokratik toplumun temel direklerinden biri olarak kabul edilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihadı, bu özgürlüğün yalnızca ölçülü ve nazik düşünceleri değil; rahatsız edici, sarsıcı ve hatta incitici ifadeleri de kapsadığını söyler. Ancak aynı içtihat, ifade özgürlüğünün mutlak olmadığını, başkalarının şeref ve itibarının korunması amacıyla sınırlanabileceğini de kabul eder. Sorun tam da bu eşikte başlar: Bir söz ne zaman sert bir fikir beyanı olmaktan çıkar, ne zaman hukuki yaptırımı gerektiren bir saldırıya dönüşür?
Allah belanı versin ifadesi, gündelik dilde sık kullanılan, kültürel bağlamı güçlü, fakat açık biçimde beddua içeren bir söz. Ceza hukuku bakımından hakaret suçunun oluşabilmesi için mağdurun onur, şeref ve saygınlığını rencide edici bir fiil ya da sövmenin bulunması gerekir. Bedduanın bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği ise yargısal yorumlara bağlıdır. Nitekim Yargıtay’ın farklı dönemlerde verdiği kararlarda, benzer ifadelerin kimi zaman........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein