menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Altı yüz yıllık saptırma, seksen yıllık yanılgı: Şeyh Bedreddin olayının içyüzü (2) Nâzım nasıl yanıltıldı, Bedreddin ve Börklüce nasıl Alevi-Bektaşi yapıldı, Bedreddin nasıl tarikat şeyhi oldu?

55 13
19.02.2024

Diğer

T24 Haftalık Yazarı

19 Şubat 2024

DÜNDEN DEVAM

Şeyh Bedreddin olayı üzerine Bilal Güneş’le söyleşimizin dünkü 1. bölümünde, olayların dönemin Osmanlı kaynaklarına nasıl yansıdığı hakkında konuşmuştuk. Söyleşi dizimizin bugünkü 2. bölümünde, Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedreddin konusunda nasıl yanıltıldığı ile Bedreddin ve Börklüce’nin Alevi-Bektaşi inancına sahip kişiler olup olmadıkları hakkında konuşuyoruz.

Şeyh Bedreddin Destanı’nı yazan Nâzım’ı kim yanılttı?

“Nâzım hata mı yaptı yani?” diye soruyorum Bilal’e. Nâzım’ın, Destanın başında bahsettiği gibi, Şerefeddin Efendi’nin Bedreddin hakkında yazdığı risaleyi Bursa Hapishanesi’nde yatarken okuduğunu ve okuduklarına inandığını ve o koşullarda Nâzım’dan olayı iyice tetkik ettikten sonra şiir yazmasını beklemenin de doğru olmadığını söylüyor.

“Zaten kendisi tarihçi de değil” diyor Bilal, “Böyle bir sorumluluğu yok. Üstelik risalenin yazarı da sıradan bir kişi değil. Darülfünun, yani İstanbul Üniversitesi’nin kelam müderrisi. Risaleyi okuduğunda Nâzım’da oluşan duygu, Bedreddin’i kelam müderrisinin elinden kurtarmak isteğidir. Destanı yazmaya böyle başlar. Nâzım, eserin ikinci baskısında Destanın adına ‘ve Bedreddin Destanına Zeyl–Milli Gurur’ ibaresini ekler. Bu zeylde Nâzım, Bedreddin’in akrabalarının yaşadığı bir köye çocukken yolu düşmüş olan Ahmed adlı kişinin anlattıklarını, Ahmedin hikayesi başlığıyla Destana ekler. Bu hikayede Ahmed küçük bir çocukken dedesi ile birlikte, Bedreddin’le aynı soydan insanların yaşadığı bir köye konuk olmuştur. Gecelemeleri için köyü öneren ve ana yoldan köy yolu sapağına kadar kendileriyle birlikte gelen jandarma, bu köyün insanlarının dünyanın en inatçı, en vergi vermez, en dik kafalı köylüleri olduğunu söylemiş ve uyarmıştır. Jandarmaya göre, bunlar ‘ne Müslüman ne gavurdular, belki Kızılbaştılar ama, tam da Kızılbaş değil.’ Aslında yüzyıldır tarihçileri uğraştıran bir konu olan Bedreddin’in akrabalarının inancı hakkında, en doğru tanımı bu hikayedeki jandarma yapmıştır. Nâzım buradan Bedreddin’in dinler ve mezhepler üstü bir insan olduğunu çıkarmış olmalı. Oysa bu gerçek değil. Yani bir köy halkının ne Müslüman ne Hristiyan ne Alevi ne Sünni ne Kızılbaş ne Bektaşi olmasından, ancak düz mantıkla onların komünist olduğu önermesine ulaşılabilir.”

“Nâzım’ı yanıltan Şerefeddin Efendi, Kuvayı Milliye’yi aktif olarak desteklemiş olan Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’den sonraki ikinci diyanet işleri başkanıdır. İngiliz işgali altındaki İstanbul’da, Mehmet Akif’in de dahil olduğu İslamcı bir grupla birlikte hareket ederken, Atatürk öldüğünde cenaze namazının kılınması için naaşının camiye götürülmesine gerek olmadığı, öldüğü yerde de namazın kılınabileceğine dair fetva veren ve o namazı Dolmabahçe Sarayı’nda kıldıran kişidir. Bu ve daha sonra ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına katılmış olması nedeniyle İslamcılardan uzaklaşarak Türkçülere yaklaştığı şeklinde değerlendirmeler var.”

“Tez çalışmasına başladığımda, İstanbul’un Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmasıyla hükümetin orada yürüttüğü tutuklamalar ve yargılamalar sırasında gözaltına alınarak Ankara’ya getirildiği ve kırk beş gün tutuklu kaldıktan sonra, İttihat ve Terakki üyesi olduğunun ispatlanmasıyla serbest bırakıldığına dair bir habere rastlamış, fakat kaynak hakkındaki bilgileri, nasıl olsa yine kolayca bulabilirim diye kaydetmemiştim. Tezi yazarken ne kadar aradıysam da bulamadım, dolayısıyla tezde bundan söz edemedim. Bu bilgi, onun kişiliği hakkında yapılacak bir değerlendirmede ciddi bir veri olacaktı. Çünkü eski İslamcı çevredeki arkadaşlarının kendisine yönelttiği, amiyane tabirle söylersek, eyyamcılık eleştirisi var.”

Franz Babinger adlı bir Alman oryantalist, 1. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’de Alman askeri olarak bulunmuş, 1918’de yenilen Almanya’da imparator II. Wilhelm’in tahttan uzaklaştırılması ve hükümetin düşmesi sırasında, dağılan Alman ordusundan bazı birliklerin de katıldığı eylemlerle çeşitli kentlerde işçi sovyetleri kurulmuştu. 1. Dünya Savaşı’nın bütçesini kabul etme konusunda ortaya çıkan tavır farklılığı nedeniyle daha savaş başlamadan bölünmüş olan komünist Alman Sosyal Demokrasi Partisi’nin, Rosa Luxemburg’un da aralarında olduğu sol kanat Spartakist Birliği’nin önderlik ettiği bu Alman Devrimini yıkmak için, ordudan geriye kalan birliklerle bunun başarılabileceğine inanmayan Alman generallerinin kurduğu ‘Frei Korps’ adındaki karşıdevrimci paramiliter örgüte katılarak savaşmış biridir."

"Babinger’in doçentlik tezinin başlığı, Schejch Bedr Ed-Dīn, der Sohn des Richters von Simāw (Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin)’dir. Babinger’in bu tezi 1921 yılında yayınlanmıştır. Konu aynı yılın sonlarında İstanbul gazetelerine yansımış ve Babinger’in tezi kısa süre sonra da Köprülüzade Ahmed Cemal tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Şerefeddin Efendi, Arapça bilen birinin bu konuyu iyice araştırması gerektiğini söyleyen Mehmet Fuad Köprülü’nün teşvik etmesiyle, Nâzım’ın okuduğu risaleyi yazmıştır. 1925 yılında basılan bu risalenin dili Arapçadır. Niçin Arapça, diye soracak olursan, Dil Devrimi’nin sebeplerini işaret etmiş olursun. Nâzım’ın da destanda bahsettiği, Şerefeddin Efendi’nin risalesinde o döneme ait yazma eserler ve müelliflerinin isimlerini anması, Babinger’in tezinde geçtiği içindir. Şerefeddin Efendi’nin onları okuduğunu sanmıyorum.”

“Babinger bu tezinde Bedreddin’i, Alevilerin ulu ozan saydığı yedi kişiden biri olan ve fikirleri nedeniyle derisi yüzülerek idam edilen Nesimi’nin takipçisi, dolayısıyla Hurufi-Batıni yapar. Ayrıca Safevi Şiiliğiyle de bağlantılı gösterir. Bedreddin’i Batıni olmakla suçlayan ilk yazar, İdris-i Bitlisi adındaki enteresan bir kişidir. İsmail Şah’ın tahta çıkmasıyla, daha doğrusu tahtı kurmasıyla İran’dan kaçarak İstanbul’a gelen Bitlisi, kısa sürede saray çevresine katılır. II. Bayezid’in bir Osmanlı tarihi yazmak için görevlendirdiği iki kişiden biri budur. Bayezid bunun Farsça yazmasını, Kemalpaşazade’nin ise Türkçe yazmasını istemiştir. Kemalpaşazade önemli bir şeyhülislamdır. Bedreddin’in suçlanmasına hatta lanetlenmesine vesile yapılan konulardan biri de onun görüşlerini içerdiği iddia edilen Varidat adlı risalede geçen Vahdet-i Vücud nazariyesinin içeriği Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye aittir. Tasavvufi görüşleriyle Sünni İslam dünyasını ikiye bölen İbnü’l-Arabi’nin Şam’daki mezarının üzerine, Yavuz Selim’in bir türbe yaptırmasını sağlayan kişi, Kemalpaşazade’dir. Böyle birinin Bedreddin hakkındaki görüşlerini öğrenmek önemliydi. Ancak yazdığı Osmanlı Tarihi’nde bu olayların yaşandığı zamanı kapsayan beşinci cilt kayıptır. Ayrıca ona atıf yaparak, görüşlerini dolaylı olarak da olsa öğrenmemizi sağlayacak başka bir eser de görmedim.”

“Bitlisi’ye dönersek, kendisine sipariş edilen Osmanlı Tarihi’ni henüz tamamlamadan, talep ettiği avansı alamadığı için Bayezid’e küserek İstanbul’u terk eder ve Mekke’ye gider. Oradan eski patronu Safevilerin o zamanki şahı ile mektuplaşır ve ona övgüler dizer. İsmail Şah onu övgülere boğduğu bir mektupla yanına davet eder. Tam gitmeyi düşündüğü sıralarda, İstanbul’da tahta çıkan Yavuz’un onu İstanbul’a davet eden mektubu, bir miktar altınla birlikte gelir. Deliler gibi sevinerek İstanbul’a döner. Yavuz’un İran üzerine düzenlediği seferde, Kürtlerin Osmanlı ordusu saflarında savaşmasını sağlayan kişidir. Yavuz onu Acem-Arap kazaskerliği ile ödüllendirmiştir. Bunun yazdığı Heşt Bihişt adlı Osmanlı Tarihi, ondan sonra Bedreddin hakkında yazanların alıntı yaptığı önde gelen bir kaynaktır. Bunların başında da Avrupalı tarihçiler gelir. Anlayamadığım şekilde bu Avrupalılarda bir yazma eser fetişizmi var. Türkiye’de ve Avrupa kütüphanelerinde deliler gibi Osmanlı kroniklerini arayıp bulmuşlar ve yayınlamışlar. Bu yazmalarda yer alan hiçbir hususun doğruluğunu tetkik etmek, başkalarıyla karşılaştırmak akıllarına gelmemiş. Yaptıkları karşılaştırma, aynı eserin ele geçirdikleri nüshalarının karşılaştırılmasından ibaret. Ayrıca, yeni bir tarih öğrencisi olarak benim bu kronikleri yazıldıkları sırayla okuduğumda fark ettiğimi, profesyonel tarihçi olan Avrupalılar fark edememişler. Bedreddin olayını yazdıklarında, zaman olarak bir sıra takip etmiyorlar. Bir bakıyorsun en son yazılandan alıntı, bir bakıyorsun en baştakinden, bir bakıyorsun ortadakinden. Bu kronikleri yazıldıkları tarihe göre sıraya dizip okuyan herkes, Bedreddin’in Börklüce ve Torlak Kemal’le ilişkilendirilmesinin sonradan yazılmış kroniklerde yapıldığını görür. Mesela olaydan bahseden ilk Osmanlı kroniği, Şükrullah Efendi’nin yazdığı Behçetü’t-Tevarihdir. 1451 ya da 1459’da yazıldığı sanılan bu kronikte, Karaburun olayından kısaca bahsedilir. Olayı anlatan Şükrullah, Bedreddin’den hiç bahsetmez. Bundan yaklaşık beş ya da on yıl sonra Tevarih-i Al-i Osman adlı kroniği kaleme alan Edirneli Oruç Beğ, Börklüce ve Bedreddin’i, birbirleriyle irtibatlandırmadan anlatır. Ayrıca, kronik yazarları arasında Bedreddin’e rahmet dileyen tek kişi, Edirneli Oruç Beğ’dir ki, bu rahmet, Atsız’ın çevirisinde olmayıp, Necdet Öztürk’ün yakınlarda yayınladığı nüshada vardır. Oruç Beğ’den yaklaşık........

© T24


Get it on Google Play