menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Son mu, başlangıç mı?

21 17
07.07.2024

Diğer

07 Temmuz 2024

Retorik bir giriş yapmak istiyorum. Hollanda ulusal takımı total futbolla 1974 Dünya Kupası’na en yüksek perdeden giriş yaptığı zaman, Türkiye, arada sırada büyük takımlara karşı sürpriz sonuçlar alan, ancak onun dışında adı Avrupa futbolunda en diplerde yer alan bir ülke durumundaydı. Tam da bu nedenle 1974’te siyah-beyaz televizyondan Dünya Kupası maçlarını izleyen 10 yaşındaki bir çocuğa, “elli yıl sonra Avrupa Futbol Şampiyonası’nda Türkiye Hollanda’yla çeyrek final oynayacak” deselerdi, inanmazdı.

Evet. Türkiye ile Hollanda 1974’ten tam 50 sene sonra Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek finalde karşılaştılar. Ne anlama geliyor bu çeyrek final, nasıl okumalıyız bunu? Büyük bir ilerleme olarak mı? Türkiye futbolda artık dünyanın önemli oyuncularından birisi mi?

Değil elbette.

1974’ten sonra değişen sadece iki şey oldu. İlki 1960’larda köylerini terk ederek Almanya’ya, Hollanda’ya, Fransa’ya, Avusturya’ya, Belçika’ya çalışmaya gidenlerin önce çocukları, daha sonra da torunları, futbol oynamayı bu ülkelerin gümrah altyapılarında öğrendiler. Nitekim dün Hollanda karşısına çıkan Türkiye’nin 11 oyuncusundan altısı, Avrupa’ya çalışmaya giden bu gurbetçilerin üçüncü-dördüncü kuşak torunlarıydılar: Mert Müldür, Kaan Ayhan, Ferdi Kadıoğlu, Hakan Çalhanoğlu, Salih Özcan ve Kenan Yıldız.

Değişen ikinci şey de ekonomik açıdan giderek büyümeye başlayan Türkiye’nin futbola 1980’lerin başından itibaren planlı biçimde yatırım yapmaya başlaması oldu. Türkiye bu yatırımın olumlu sonuçlarını çok kısa süre içinde görmeye başladı.

Bu retorik girişi şundan seçtim.

Türkiye tarihinde 2000 ve 2008’den sonra dün üçüncü kez Avrupa Futbol Şampiyonası’nda çeyrek final oynadı. Kuşkusuz önemli bir başarı bu.

Dediğim gibi, 1980 sonrasında Türkiye’de başlayan değişimin ve devletin özerk hale dönüştürülen Türkiye Futbol Federasyonu eliyle büyük ölçüde planlı bir biçimde yürüttüğü programların sonucunda ulusal takım 1994-2002 yılları arasında giderek yükselen biçimde çok başarılı oldu. Dolayısıyla 2000’deki çeyrek finali bununla açıklayabiliriz.

2008’deki yarı final ise kısmen futbol ilahlarının devreye girmesi, kısmen de 1996-2002 arasındaki başarıları görmüş ve yaşamış insanların gayretleriyle gerçekleşti.

Bu durumda 2008’den tam 16 yıl sonra gelen dünkü çeyrek final başarısını nasıl açıklamalıyız? Yeni bir dönemin başlangıcı olarak mı? Yoksa yine 2008’i andıran biçimde futbol ilahların sık sık devreye girdiği bir sürecin sonu olarak mı?

Ben Türkiye-Hollanda karşılaşmasını ele alacağım bu yazıda dünkü çeyrek finalin yeni bir dönemin başlangıcı olabileceği tezini savunacağım. Hatta daha da ileri giderek, Türkiye’nin halen futbol açısından yetenekli ve eğitilebilir bir kuşağa sahip olduğu ve 1990’ların başında yürütülen planlı döneme benzer politikaların devreye girmesi durumunda hem ulusal başarıların daha kalıcı hale gelebileceği, hem de Türkiye’nin futbolda ekol sahibi bir ülke olmak yolunda önemli bir adım atabileceği görüşünü savunmaya çalışacağım.

Bu tezimin kanıtlarını ortaya sermeden önce yaşadığımız sürece ilişkin hatırlatma kapsamında bir şeyler de söylemek istiyorum:

Bu arka plandan sonra maç analizine geçiyorum.

Türkiye’nin Hollanda’ya karşı iki şeyden kaçınması gerekiyordu. İlki hücum esnasında orta sahada top kaybı yapmak. İkincisi ise Cody Gakpo’ya şut atabileceği hareket alanı vermek. Bunları biraz açmak istiyorum.

Hollanda ikinci bölgede yaptığı presle topu kazandıktan sonra rakip kaleye çok hızlı akabilen bir takım. Nitekim bunu gruplarda karşılaştığı Avusturya maçında çok açık biçimde ortaya koymuştu (aşağıdaki fotoğraf).

Hollanda ikinci yarının başında Lutsharel Geertruida’nın kaptığı top sonrasında Xavi Simons’la hemen Avusturya kalesine akmış ve Gakpo üzerinden 1-1 eşitliği sağlamıştı. Dolayısıyla Hollanda karşısında hücuma çıkarken top kayıplarından aşırı derecede sakınmak gerekiyordu.

Şu ana kadar turnuvanın en iyi oyuncusu görünen Gakpo’ya hareket alanı vermemeye gelince. Gakpo fizik olarak rakibi karşısında ciddi fark yaratan, rakip ceza sahasına girdikten sonra topu sağına çekip yakın ya da uzak direğe doğru etkili gol vuruşları yapabilen bir kanat forvet. Nitekim Gakpo bu set üzerinden Avusturya ve Romanya karşılaşmalarında birbirine benzeyen iki gol attı.

Hücuma çıkarken top kayıpları konusunda Montella’nın öğrencilerini sıkı sıkı uyarmış olduğunu tahmin edebiliriz. Ancak Montella Hollanda’nın hızlı hücum ve Gakpo silahlarını susturmak için Avusturya karşılaşmasında olduğu gibi üçlü savunmayı tercih etti çeyrek finalde. Böylece Türkiye hem hücumlarda top kaybı yapılsa bile kalesinde gol tehlikesi yaşamadı, hem de üçlü baraj sistemiyle (Mert Müldür-Kaan Ayhan-Samet Akaydın) Gakpo silahını susturmuş oldu.

Montella’nın Hollanda’ya karşı hücum stratejisi ise hızlı ve doğrudan oyundu. Türkiye ilk yarı boyunca ve ikinci yarı başlarında uyguladı bu stratejiyi. Ancak buradan sonuç alamadı. Bunun temel nedeni takımın hızlı hücum çalışacak yeterli zamana ve tecrübeye sahip olmamasıydı kanımca. Şimdi aşağıya bununla........

© T24


Get it on Google Play