menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Eski geri gelseydi eski olmazdı

25 0
15.05.2024

Diğer

15 Mayıs 2024

Çok eski değil, 23 yıl önce Çin, Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) üye olurken tüm OECD ülkeleri bayram ediyordu. Çin yıllardır ülke içinde yarattığı ve üretimin rekabet edebilirliğini destekleyen politikayı terk edecek, üretim maliyetlerini ve Yen'in diğer paralar cinsinden değerini "uluslararası serbest piyasa" kurallarına uygun olarak belirleyecekti. Bu serbest piyasa kurallarının, piyasanın, ne olduğunu çeşitli vesilelerle tartışıyoruz.

Bayram uzun sürmedi. Çin'in DTÖ'ye üye olarak küresel ekonomideki yerini güçlendirmesi Almanya başta olmak üzere OECD ülkelerinin Çin'den tedarik bir yana, orada üretim yapmalarına yol açtı. "Serbest piyasalar", ekonomik ilişkilerin yapısındaki sürekli değişimin ihtiyaçlarını karşılamak üzere şekil değiştirdi.

Finansallaşma birçok iktisatçının gözünde "bir numaralı kamu düşmanı". Bunun ilk meyvesini 2008 yılında ABD'de başlayan ve binlerce insanın krediyle aldığı evini yitirdiği "ipotek krizinde" gördük.

Bu modelde finansal "elitlerin" ve kurumların, ekonomi politikası ve bu alış verişin ekonomik sonuçları üzerinde etkisi artmaktadır. Reel sektörden finansal sektöre kazanç akışı büyümekte, gelir dağılışındaki bozukluk artmakta, ücretlerin büyümeden aldığı pay azalmaktadır. Bunun olası sonuçları ekonomik durgunluk ve borç deflasyonu, yani para değerindeki azalmaya paralel olarak borcun reel değerinin azalmasıdır.[1]

Altyapı projeleri çok uzun süre hizmet eder, yatırım bedelini herhangi bir endüstri yatırımına oranla çok daha uzun sürede geri öder. Bu nedenle bu tür projelerin finansmanında kamu kaynakları devreye girer. Ülkemizde yaşadığımız "kamu projelerinde gelir garantisi" bu usullerden biridir. Bu finansman şekliyle, finans mühendisliği, çeşitli borçlanma aletleriyle, ekonominin işleyişinde etkili olmakta, para politikasının etrafından dolaşmaktadır.

Modelin bir başka özelliği, bu özelliği ile parasını değerlendirmek isteyen bireylere, emeklilik fonlarına, yüksek getirili, kamu garantili yatırım imkanı sunmasıdır. Pekalâ, bu "sürecin" ortaya çıkması kapitalizmin temelinde yer alan "serbest rekabetin" sonucu değil mi? Evet, ama kimler için ve hangi bedelle?

Keynes: "Tasarruf her zaman yatırıma eşittir." Küresel planda evet, finansallaşma modeliyle hayır. Güçlünün tasarrufu, yoksulun yatırımına eşit.

Her toplumun ihtiyaç duyduğu yatırımları yapmaya yetecek imkanı olsaydı böyle bir finansmana ihtiyaç duyulmazdı.

Bu yatırımlar alışılmış teminatlandırma-sigorta sistemiyle desteklenebilseydi, veya ülkeler kendi imkanlarının ötesinde "çılgın projelere" kalkışmak yerine ayaklarını yorganına göre uzatsaydı, bu tür finansallaşma gereği olmazdı.

Ayağını yorganına göre uzatan ülkeler, hep kısa yorganla kısıtlı mı kaldı?[2] Doğru politika izleyerek, toplumun tamamının refahını bir başka dünya yerine, yaşarken bu dünyada arttıracak yatırım yapan ülkeler bugün Türkiye'den hayli yüksek gelir düzeyine ulaşmıştır.

Bayramın öteki yüzü kendisini gelişmiş ülkelerin ve özellikle ABD'nin Çin'le verdikleri ticaret açığında gösterdi. Nereden nereye? "Çin oyunu kurallara uygun oynamıyor, klübe katılsın ki yaptırımlarla karşılaşsın" derken... Bu kez "eski düzenin çözülmesi" ve Çin rekabetiyle başa çıkamayan, başta ABD (yüzde 100), ardından AB ülkelerinin (yüzde 50), bu ülkeden gelecek ithalat üzerine önleyici gümrük vergileri koymalarıyla karşılaşıyoruz. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek olayı tartışırken Danimarka ile Türkiye örneğini vermiştir. Danimarka'da gelir ve kurumlar vergisinin kamu gelirleri içindeki payı yüzde 29 iken, Türkiye'de yüzde 5.6'dır. Ülkemizdeki uygulama, gümrük vergisiyle sınırlı kalmıyor, özel tüketim vergisi gibi, talebi kısıtlamayı hedefleyen dolaylı vergilerle tüm fiyat yapısı........

© T24


Get it on Google Play