Mekan kaygısı
60 yaşını geçtim; bu yaşta insanların önemli problemleri olmalı-sağlıktan başka. Bu tarafa değil de öbür tarafa doğru ister istemez mesafe alınmış, zaman daralıyor, meseleler can yakıcı. Üstelik 40 yıldır aynı çukurda debelenip durmaktan üşenmekle vazgeçmek, küfredip sabretmek yahut dağa çıkmak gibi alternatifleri akşamları hane-i uzlette bir başına düşünmekten kurdeşen çıkarır durumuna gelmişiz. Her gün siyasal bir gündem maddesinin peşini kovalamaktan Wallace Stevens okumaya vakit kalmıyor mudur? Bu ve benzeri şeyler midir, bilmiyorum.
Mekân kaygısı deyince böyle ontolojik veya metafizik bir büyük teşebbüsün içerisine kavramsal bir yolculuğa çıkmayı kastedmiyorum. Zaten gücüm de yetmez. Kasteddiğim bayağı düz bir şey. Oturulacak, konuşulacak, yiyip içilebilecek bir mekândan söz ediyorum. Bir mekân kaygısı var, tam bu döneme yakışan deyişle, “sıkıntısı.” Öyle grand bir nostaljik salınımla, bir takım mekân adları verip şunlar şunlar kalmadı artık demiyeceğim. Yazın sıcaktan, kışın soğuktan hasır iskemlelerde muhtemel basur felâketlerine rağmen ömrümüzü tükettiğimiz Sakarya Çay Ocağı’nın köhne saadetine bile muhtaç haldeyiz.
Sanırım bundan beş ya da altı yıl önce Ankara’da yeni bir kitabevi açıldı. Sanmıştık ki (sanmadık aslında bize öyle vaadedildi) biz orta ve geçkin yaşlılar rahatlıkla kahvelerimizi yudumlayabileceğimiz, tavşan kanı çaylarımızı içebileceğimiz, geleneksel mutfak ürünlerini tadabileceğimiz (meraklı bir arkadaş heyecana kapılıp, menüler oluşturmuş, ekşi mayalı ekmekler derdine düşmüştü) ve yeni çıkan kitapları bir şey kaçırıyor olmanın endişesine kapılmadan takip edebileceğimiz bir mekâna kavuşacağız. Tabiatıyla öyle olmadı; kitabevi açılışından altı ay sonra gençlerin (ağırlıkla lise) hâkimiyetine geçti. Neyin yenilip içileceğine onların beğenisi karar verdi. Giderek bir kitabevinden çok cafeye benzedi. Kendi........
© Serbestiyet
