Öcalan Perspektifi üzerine Marksist eleştiriler (II): “Hem de acaba devlet ne diyecek?”
Öcalan Perspektifi üzerine Marksist eleştiriler (I)’den devam
“Sınıf çatışmasına dayalı tarihsel materyalizm ve sosyalizm tanımı yerine, devlet ve komün ikilemine dayalı bir tarihsel materyalizm ve sosyalizm alternatifinin daha doğru olduğuna inanıyorum. Marksizm’i gözden geçirmeyi, bu kavramı yerine ikame etmeyi daha doğru buluyorum. Yani tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil; bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir. Marksizm’in bu sınıf ayırımına dayalı çatışma teorisi, reel sosyalizmin çöküşünün ana nedenidir. Eleştirmeye bile gerek yoktur. Ama nedenlerinin başında, bu sınıf ayrımına dayalı sosyolojiyi inşa etmeye çalışması gelir.”
“Dikkat edelim öyle bildiğimiz sınıf yok, klandan sınıf doğmaz. Köleye de sınıf demek saçmadır. Marks da bu hatayı işliyor. İşçi denilen de aslında bir köledir. Hani bu köle hiçbir devrim yapmış mıdır? Yapmamıştır. Marks buna bir devrim bahşetmek ister; işçi sınıfı uyanacak, sayısı büyüyecek ve bir devrim yapacak… Yok böyle bir devrim. Devrimi yapanların çoğu da burjuvaziden gelen ailelerin çocukları. Marks bir avukatın oğludur, Lenin de öyle bir orta burjuva ailenin çocuğudur, Mao da öyledir. Yani işçi sınıfının, sınıf olarak örgütlenip yaptığı tek bir devrim yok. Bu bir ütopya, bir hayali görüş; gerçeği de yok. Yanlış bir anlayış ama köle diye bir grup var. Hem de çok yaygın, orta çağda, ilk çağda çok yaygındır. Başlangıçta da köle kadınlar, çocuklar var, ama bunlara sınıf demeye gerek yok. Erkek kastik katilin eki, uzantısı olarak varlar. Onlar kastik katilin organları, cinsel objeleri, işlerini yapan köleleridir. Tapınak yapar, üretim yaparlar. Herhangi bir hak şurada kalsın, yaşam hakları efendinin elindedir. Mısır’da Firavunlar kölelere midelerini çalıştıracak kadar gıda veriyorlar. Kölelerin tek işi günün yirmi dört saati çalışmak. Kölenin sınıfı da, sendikası da olamaz.”
Yeni toplumun başlıca toplumsal temsilcisi (kurucusu, öznesi, belirleyicisi) kim olacak? Biz Marksist komünist devrimcilere göre işçi sınıfı. Narodniklere göre köylülük; küçük burjuva halkçılığın sonraki versiyonlara göre bu, kent ve kır küçük burjuvazisi, aydınlar, öğrenciler diye de çeşitlenebilir. Öcalan’a göre ise aşiretler, tarikatlar, din ve mezhepler, etnisiteler.
Marksist yaklaşım, kapitalizmin kendi kendisiyle çelişen gelişimi ölçüsünde (ve dolayısıyla kendi kendinin engeli olan gelişimi ölçüsünde), üretimin, emeğin, yeniden üretimin, bilginin, bireyin ileri toplumsallaşma niteliği temelinde, kapitalizmi yıkacak proleter devrim potansiyeline ve kapitalizmden çok daha gelişkin bir gelecek toplum ufkuna dayanır.
Narodnizm devrimci demokratik olduğu klasik biçimiyle köy komünlerine dayanır. Halkçılığın devrimci demokratik olduğu diğer klasik biçimleri de, henüz doğrudan kapitalist üretim ilişkilerinin içinde olmayıp (en azından kapitalist üretim ve piyasa ilişkilerinin henüz tam hakim olmadığı) ve bununla çelişkisi olan küçük burjuva kesimlere (geleneksel kır ve modern kent küçük burjuvazisi, öğrenciler, aydınlar vd) dayanır. Ancak kapitalist üretim ve piyasa ilişkileri bu kesimleri de giderek daha fazla içine çeken ve üzerlerinde hakimiyet kuracak biçimde yaygınlaşıp derinleştikçe, Narodnizm/halkçılık, ya giderek liberalleşmek (halkçı devrimci demokrasiden halkçı demokratizme, oradan liberal halkçılığa, oradan liberalizme, oradan neoliberalizme) ya da bu kesimlerden büyüyen proleterleşme dalgaları ile de birlikte, proleter devrimciliğe doğru geçiş yapmak ikilemi ile karşı karşıya kalır. Halkçılık bu sıçramayı yapamazsa, devrimci niteliğini kaybederek liberalleşmeye, bu küçük burjuva kesimleri de sarıp çözmeye başlayan kapitalist ilişkilerin “muhalif bileşeni”, uzantısı haline gelmeye başlar.
Öcalan’ın yeni toplum tasavvuru da, aşiret gibi geleneksel prekapitalist ilişkilerinin bugün (Öcalan’ın kendi deyişiyle “tortuklaşmış, kalıntılaşmış”) biçimlerini canlandırma ütopizmine dayanıyor. Kapitalizmin gelişmemiş ya da az gelişmiş olduğu, sömürge ve işgal altındaki ülkelerde, belli kabile, aşiret, yerli halk (ve hatta belli yerli din ve inanç biçimleri) gibi prekapitalist komünal ya da bunların güçlü öge ve kalıntılarını taşıyan geleneksel ilişkilerin, anti-sömürgeci, anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadelelerde önemli bir dayanak olabileceği, önemli bir rol oynayabileceği doğrudur. Marx da bunu vurgulamıştır. Ancak Öcalan’ın anlamadığı, bunun mutlak bir durum olmadığı, tarihsel bir değişim sürecini de içerdiğidir. Nitekim kapitalist üretim, piyasa ve hakimiyet ilişkileri bu alanlarda da derinleşmesine hükmetmeye başladıkça, geleneksel prekapitalist ilişkiler de çözülür ve kapitalizme doğru uyarlanır. Örneğin aşiretlerin bir kısmı ortadan kalkar, bir kısmı biçimsel olarak varlığını sürdürür görünse bile kapitalist ilişkilere entegre olur, bir kısmında ise aşiret reisleri bizzat kapitalist rant işlerini büyütmekten başlayarak kapitalist şirket ve hatta holding patronlarına dönüşür (ama geleneksel aşiret uyruğu ilişkileri ağını da ucuz işçilik ve mafya ayakçılığı işlerinde kullanmaya da devam eder).
Nitekim kendisi de bir Kurmanç olan Öcalan PKK’nin ilk devrimci çıkış dönemlerinde aslen Kurmanç Kürtler içinde bir çekim merkezi haline geldiği, örgütlendiği, ancak bundan sonra belli aşiretlerin de desteklemeye başladığını söylüyor. Kurmanç Kürtler, eski geleneksel prekapitalist, geniş aile, aşiret vd bağlarından çözülmüş, büsbütün dayanıksızlaşmış, güvencesizleşmiş, genel eğilim olarak işçileşmekle birlikte, işsizlik ve kentlere gidip işçilik yapmanın zorlukları nedeniyle de yeni bir toplumsal ilişki biçimine de tam geçiş yapamamış Kürtlerdir. Dolayısıyla PKK’nin devrimci olduğu bu ilk dönemlerinde “İşçi” vurgusundan da görülebileceği gibi, yakaladığı güvencesiz yoksul köylü, yoksul emekçi, ırgat, yarı-proleter damarı çok doğru ve önemlidir.
Ancak Kürt ulusal direniş hareketi önderliği, yüzünü Kürt yoksul emekçilerin ulusal olduğu kadar sınıfsal özlemlerinden geleneksel aşiret ilişki ve güçlerine doğru çevirdikçe, bu geleneksel ilişki biçimlerinin de kapitalist dönüşümü, bir Kürt küçük burjuvazisi ve burjuvazinin oluşumu ile de birlikte, giderek reformistleşmeye başlamıştır. Öcalan’ın PKK’nin 90’lı yıllarda giderek derinleşen ve uluslararası komployla yakalanmasıyla tam bir kırılmaya dönüşen ideolojik-siyasal krizi, “reel sosyalizm” ve Marksizm’e atfederek örtmeye çalışsa da, krizin farkında olmadığı ya da çarpıtmaya/örtmeye çalıştığı asıl temelinde (kirli savaş ve zorla köy boşaltma ve göç ettirmelerin de hızlandırdığı) bu dönüşüm vardır. Kürt nüfus içinde Kurmançların, güvencesiz işçi-işsiz ve yarı-proleter kent ve kır yoksullar büyük çoğunluğu oluştururken, Kürt hareketinin önderliği içinde ve üzerinde ise, tam tersine, liberalleşen Kürt orta sınıfları ve burjuvazi ilişki ve çıkarlarının ideolojik-siyasal etkisi ve ağırlığı giderek artmıştır. Kürdistan’ta sermaye ilişkileri giderek daha dolaysız ve derinlemesine hakim ve Kürt nüfusunun artan bölümü işçi-işsiz-güvencesiz-yarı işçi haline gelirken, Öcalan’ın Marksizmden giderek daha fazla uzaklaşması, Bookchin’in liberter (anarko-liberal) halkçı beledi komünalizminden başlayıp Laclau’nun Post-Marksist “radikal liberal demokrasi”sinden vb (katılımcı, çoğulcu, müzakereci liberal demokrasi) geçip, Jaspers’ın ve çiçek çocukların yeni çağ dinlerine ve en sonu Harari’nin neoliberal metafizik post-yapısalcılığına kadar gelmesi, maddi üretim temeli ve bunun içindeki uzlaşmaz çelişkilere dayalı tarih anlayışını ve sınıf karşıtlıklarını inkar etmesi, bu krizin asıl nedenidir.
Öcalan’ın........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein