Bir Toplum Ne Zaman Susmaya Başlar?
Bir şehrin gürültüsü, o şehrin yaşadığına delalet etmez. Kornalar çalabilir, pazarlar kurulabilir, inşaat sesleri göğü delebilir; ancak o şehrin vicdanı lal olmuşsa, o toplum derin ve ölümcül bir sessizliğe gömülmüş demektir. Bir toplumun suskunluğu, dudakların mühürlenmesiyle değil, kalplerin katılaşmasıyla başlar. Gözün gördüğünü inkar etmesi, kulağın duyduğunu yok sayması, dilin ise hakikati söylemekten imtina edip "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" kuytusuna sığınmasıyla başlar. Bu, sükûnetin huzuru değil, çürümenin sessizliğidir.
İnsanlık tarihi boyunca sükût, bazen bir erdem, bazen bir tefekkür hâli, bazen de en büyük cevap olarak görülmüştür. "Söz gümüşse sükût altındır" denilmiştir. Ancak bir ilahiyat öğrencisi olarak, kadim metinlerin ve vicdani öğretilerin satır aralarında dolaştığımda, sükûtun altına değil, ateşe dönüştüğü o ince çizgiyi daha net görüyorum. Adaletin terazisi şaştığında, bir mazlumun ahı arşı titrettiğinde, hakikat ayaklar altına alındığında susmak; erdem değil, suç ortaklığıdır. Bir toplum, sabır ile zilleti, tevekkül ile vurdumduymazlığı birbirine karıştırdığı an, manevi omurgası kırılmaya başlar. Bizim suskunluğumuz, sabrımızdan mı yoksa konforumuzun bozulacağı endişesinden mi geliyor? İşte bu soruyu sormaktan korktuğumuz an, gerçekten susmaya başladığımız andır.
Modern zamanların getirdiği en büyük felaketlerden biri, kötülüğü ve haksızlığı "kanıksama" hastalığıdır. Akşam haberlerinde izlediğimiz bir trajediyi, sosyal medyada karşımıza çıkan bir yardım çığlığını, parmağımızın ucuyla........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Tarik Cyril Amar