menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Döşeğinde Ölürken ya da Çöküşe Rıza – Tolga Ersoy 

4 0
13.12.2023

(Neredeyse yirmi yıl önce (2004) yazdığım ve yanlış anımsamıyorsam Sağlık Toplum Siyaset Dergisinde ve 20 Yıl adlı kitabımda yayınlanmış bir yazıyı ‘son gelişmeler’ üzerine anımsayıp eski yazılar sandığının unutulmuş köşelerinden çıkardığımda henüz küflenmemiş olduğunu gördüğüm için yeniden paylaşmak istedim, satırına virgülüne dokunmadan o günlerin gerçekliği ve pratiği ile… alt başlık olarak “ilkeleri yok eden pragmatizmin güncel örnekleri üzerine” ve “TTB’nin Psikomik Ölümü İçin Notları kullanmışım! Çöküşe Rıza da denilebilir…)

Mecburi hizmet kurasını çekip “taşrada” pratisyen hekim olarak göreve başladığım yıllardı. Bir süre sonra bölge tabip odasının varlığından haberdar olmuş ve bir dizi toplantının ardından “oda” ile tanışma fırsatını bulmuştuk. Tartışmalı olması gereken gündemin- günlerin alabildiğine sönük-suskun geçiştirilmesinden başka bir şey değildi bu toplantılar. [Daha sonraları, bu toplantıların, merkezdeki toplantı fetişinin taşra yansıması olduğunu görerek öğrenecektim] Toplantıların-tanışma seremonilerinin ardından odaya yolladığım bir yazıda, oda yapılanmalarındaki egemen durumu “klerikalizm” olarak tanımladım. Suskunlukla aşırı kızgınlık arasında bir tepkiyle karşılaştığımı anımsıyorum. Klerikalizm nedir? Yanıtının bilindiğini düşünüyordum. Buna rağmen tekrar yanıt vermekte bir sakınca olmadığını düşünüyorum: Din adamlarının özgül bir erk kurmasını tanımlıyordu. Erk aracı -ideoloji-, “kitabın”, bu kişiler tarafından yeniden yorumlanmasıydı. Ve bu özgül yoruma göre, pratik alana yönelik alabildiğine yetkin müdahale hakkına adı geçen “din adamlarının” sahip olmasıydı, klerikalizm. Özgül yorum hakkı, kastlaşmayı ve doğal olarak da sorgulanması-denetlenmesi oldukça zor statü kurumlaşmasını getiriyordu. “Kitap” yeniden yazılırken var olanın korunmasının aracısı olarak da bu yeniden yazım kullanılıyordu. “Var olan”, odayı var eden sistemden başkası değildi.

Yıllar sonra hekim hareketinin “kalbinde” çalışmaya başladığımda bu eleştirimi fazlasıyla önemsiyor olmamın sonucu olsa gerek haddinden fazla ağır [maksadını aşan değil!] bir o kadar da yetersiz olduğunu yine bir tanışma toplantısı aracılığıyla görecektim. Oda kendisini solcu sananların ya da bu kanal aracılığıyla kariyerist hezeyanlarını doyurmaya [doyurma süreci sadece psikolojik-sosyolojik değil aynı zamanda ekonomik bir olgudur] çalışanlarının egemenliği altında hep küçümsedikleri “taşradan” beter bir konumdaydı. Toplantıyı yöneten iki isimden biri sonraları merkezin kanallarından akarak devletlû bir statüye sahip olacak diğeri ise bol işçili birkaç işyeri hekimliği aracılığıyla sınıfa yakın -sınıfına olarak da okunabilir- bir pozisyonda (!) aidiyetini bulacaktı. [İsimler anlaşılacağı gibi bu yazının konusu değildir!] Süreç zavallı klerikalizmimi yeniden yorumlayıp başka bir kavramla birleştirme şansını veriyordu: durmaksızın tartışılan korporatizm ya da loncacılık.

Otuzlu yıllar İtalyan faşizminin ideolojik üretimlerinden biri olan korporasyonlar özel bir örgütlenme modeli -önerisi- olarak toplum ve “sivil toplum” yaşantısında yerlerini almışlardır. Hedeflenen, tanımlanmış ve sınırları net bir şekilde çizilmiş, meslek alanında işçi-işveren ayrımı yapmaksızın sınıfsal-çıkarsal bakışın tümüyle yadsındığı kapalı ve kontrol edilebilir örgütlenmedir. Bu şartlar altında ve bu kapalılık/elitist sınırlamada devlet ya da korporasyon tarafından siyaset üretimine izin verilir [ken diğer taraftan da bu sınırların zorlanması “siyasetten düşme” olarak adlandırılabilir!]. Üretilen siyaset, muhalif tavrın başatlığı şeklinde kurgulanır ve bu onay görür. Kuşkusuz o, bu yapısıyla hiç de karanlık olmayan ortaçağların loncalarından çok farklıdır. İdeoloji, böylece bir temsil alanı kurguladığını söyler, doğrudur, ancak bu temsil alanının niteliğidir tartışma konusu olan ve bu nitelik onun devletin bürokratik bir organı olması şeklinde tanımlanabilir. TTB’nin kimi uygulamalarında karşımıza çıkan ve “fazlasıyla şaşırtan” “devletle ve devletin sahipleriyle -ödüllerle süslenmiş- iç içeliği” açıklayanda bu bürokratik mekanizma olmalı. Öyle bir bürokrasi ki dış ve iç baskıların biçimlendirilmesinde verimli bir araç olarak sunulabilsin! Örnek olsun; hekimlerin dar alanda siyaset üzerinden kendilerini tanımlamasına izin verilmezken, diğer taraftan da bu dar alanda alabildiğine geniş sektörler arası [sınıflar olarak da okunabilir] işbirliğinin olanakları sağlanabilmektedir. Sonuçta tanımlanan dar alan ideolojik bulanıklaştırma için yeterli olabilmektedir. Bu bulanıklaştırma sürecinin en etkin argümanının ise “mesleki temsil” olduğunun anımsanması gerekmektedir.

Bu korporasyon kurgusunda TTB’nin nereye oturduğu, özellikle TTB’nin -sıkça kullanılan- genç aktivistleri tarafından tekrar tekrar tartışılmalı ve bu tartışma sürecinde yaşlılara ve eskilere fazla kulak asılmamalıdır.

Kanımca ortaçağların loncalarıyla korporasyon yaklaşımlarının kesişmesini sağlayan “mesleki dayanışma” denen “şey” dir ve bunun bir ilke olarak sunulmasına ve hatta böyle bir ilkenin (!) hararetle savunulmasına özen gösterilir. Hatta kurumsal siyaseti çoğu zamanlarda belirleyen olguda sınırsız ilkeler [ilkesizlik] dir. [Konuyla bir ilgisi var mı bilmiyorum ama birden anımsadım: etkin-demokratik TTB toplantılarından birine seçim kazanmak adına birinci basamakta döner sermaye uygulamasının eleştirilmemesi -kimi asi dostların uyarılarına rağmen- yoğun bir sessizlikle onaylanıyordu !] Neyse konumuza dönelim; mesleki dayanışma kavramı ile örtüştürülen bu sınırsız ilkeler toplamının saptanmış en kısa zaman aralığında tecimsel alana yönelmesini engelleyecek hiçbir şey yoktur ve bu bağlamda korporasyondan çok “anonim şirket” tanımlaması daha gerçekçi olmaktadır.

Anonim şirketi korporasyona yaklaştıran unsurların başında onun özel hukuku gelmektedir. Bu hukuk onun bir taraftan iç işleyişini düzenlerken diğer taraftan da egemen-resmi ideolojiyle bağlantısını kurgular. Anonim şirketin temel işlevi tüm ortaklarının çıkarlarını korumak ve şirket işleyişinin getirilerini arttırmak olarak özetlenebilir. Ne var ki özel hukukun varlığı ortaklar-katılımcılar arasındaki paylaşım eşitsizliğini giderek arttıran bire potansiyel olgu olarak kendisini gösterir; bir taraftan bazı üyeler [ortaklar] daha eşit hale gelirken diğer taraftan da bu gidişat şirket içinde yönetime ister doğrudan katılsın isterse gölge kabine üyesi olsun –derin !-(TTGK), şirket batmadığı sürece, özgün ve dokunulmaz-sorgulanmaz yönetici sınıf oluşumuyla sonuçlanır. [Sadece bir şirket değil minik bir devlet kurgusudur söz edilen]Bu kısa anonim şirket yapısını özetlememizden sonra, bu özelliklere bakarak birçok “sivil toplum” kuruluşunda olduğu gibi meslek örgütlenmemizin de bu şekilde tanımlanmaması için hiç bir neden bulamadığımı yazmak zorundayım; aksine bu tanımlamayı destekleyen ve burada belirtilmeyen birçok unsurun daha var olduğunu biliyorum.

Yazının devamında bir iki örnek üzerinden giderek -yanıtlanmasını gerekli gördüğüm- sorunları sorular üzerinden kurgulayacağım -ve tabii ki sonuç girişten bağımsız olamayacak!-. İş yeri hekimliği nedir? Bu sorunu, şirketimizin kitleselleşmesinin ve kitleselleşememesinin en önemli nedeni olarak görüyorum. (Kitleyi fetişe ederek kitleden uzaklaşma ayrıca tartışılır bir tavırdır.) Meslek örgütlenmesi için ciddi ve tedavisi olanaksızlaşmaya yüz tutan bu hastalık şirketin sıradan bir komisyoncu olarak algılanmasına da neden oluyor. Soruyu tekrar soralım, TTB-Odalar yönetici sınıfının da sormasını dileyerek… [Ancak bir kısmı için rant alanı olabileceğinden sorulacağını-sorgulanacağını zannetmiyorum.] Ama en azından hangi iş yerindeki işyeri hekiminin -para kaygısı duymaksızın- işçi sağlığı ile gerçekçi ve işçi sağlığı ile ilgili sorunları düzeltici bir şeklide ilgilendiğini ya da böyle “iyi hekimlerin” genel içindeki oranını bilmemiz gerektiğini ve bu bilginin TTB-Odalar yöneticileri için sorun oluşturup oluşturmadığının öğrenilmesi gerektiğini düşünüyorum. (“İyi hekim” alanı alabildiğine geniş ve neredeyse her hekimi içine alan bu ucube kavrama yıllardır sahip çıkılmasını, savunulmasını ve bu kavram üzerinden politika yapılıyormuş gibi gözükülmesini anlayabilmek için herhalde yönetici sınıftan olmak gerekiyor!) En azından bir taş atma hakkım var: birçok bölgede odaların, hekimler için yeni bir iş -ve para- kapısı haline gelen işyeri hekimliği kurgusu üzerinden varlıklarını sürdürdüğünü biliyorum. Sorun daha ilk adımdan başlıyor: sertifika satın alma kurslarına katıldım, kursların iyi bir işyeri hekimliği için hiç bir yeterliliği olmadığını sadece turizm sektörüne hizmet ettiğini sanırım düzenleyicilerde kabul edecektir. [Kastettiğim eğitimcilerin VIP salonlarında ağırlanma ve beş yıldızlı otel saplantısı değil…!] Bu sertifika satın alma ritüelini ise başlı başına “olay” olan kurtlar sofrasına katılım izlemekte. Ve odalar bu süreçte daha da aktif olarak pazarlamacı bir rol üstlenmektedir. Yapılan iş herhangi bir kurallın........

© Nokta Haber Yorum


Get it on Google Play