menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

Çöküşe Rıza (2 )

21 0
28.12.2023

teşbihte hata!

“Teşbihte hata olmaz” derler “eskiler”; yani benzet benzetebildiğince! “Eski” hissettiğimden olsa gerek sıkça kullanırım bu “özdeyişi”. Ne var ki hata olabileceğini üstelik bu hatanın da vahim sosyolojik ve hatta antropolojik yanılgılara, yorumlara yol açabileceğini görünce hatalı olunduğunun mertçe itiraf edilmesi gerektiğini düşünürüm.

Sıkça kullandığım bir benzetmedir, belki de metafor: denizanası… Halkı denizanasına benzetirim; bilirsiniz, denizanaları akıntıyla hareket ederler –ki sürü benzetmesinde dillendirilen koyunlar onların yanında bu bağlamda pek masum kalırlar- çöple beslenirler, duyargaları çok zayıftır, beyinleri yoktur. Hayvanlar âlemi ya da diğer canlılar ele alındığında bu her daim birlikte imiş gibi görünmelerine rağmen “sosyallik” anlamında en zayıf canlı olduğu da iddia edilebilir. Ve bilenler bilir; bulundukları yerde yüzmek hiç de hoş olmayan sonuçlar doğurabilir ve oldukça da sevimsizdir üstelik. Derdim! Ancak geçtiğimiz haftalarda Nokta Haber Yorum’da yayınlanan bir araştırma denizanalarının bile hatalarından ders çıkarabildiğini gösterdi; görsel ve mekanik uyaranlar sonucu edinilen deneyimlerin bir tür öğrenmeye neden olduğu da aynı araştırmada ortaya çıkmış; ilişkilendirmeli öğrenme yardımıyla karşılarına çıkan engellerden kaçınma kabiliyetinde oldukları ve bu canlıların duyusal uyaranlar ve davranışlar arasında zihinsel bağlantılar oluşturdukları düşünülüyor şimdi denizanalarının. Yazıdan sonuç tümcesi: En basit sinir sistemleri bile karmaşık öğrenme görevlerini gerçekleştirebiliyor gibi görünüyor. Kuşkusuz çalışmalar sürüyor; ne var ki bu durum teşbihte ciddi bir hata yaparak denizanalarına haksızlık ettiğimi düşünmeme engel oluşturmuyor!

Yine bir kuyruktayız –kibarca söylemek gerekirse işlem sırası- önceki yazıda söz ettiğimden “biraz” farklı. Gün biraz daha ışımış, soğuk biraz daha kırık. (İş saatleri; mesai kabilesi!) En büyük fark ise bu sırada yüzlerin gülüyor olması; evet yanlış duymadınız/okumadınız yüzlerin güldüğü, gülebildiği bir “kuyruktayız”. Zaman zaman kalabalıktan “buna da şükür” ya da “Allah razı olsun” nidaları yükseliyor. Bu sefaletin -üstelik bir kış sabahında- “sevinçli bir telaş içinde” olmasının nedeni hemencecik anlaşılıyor: hemen hepsi devletlerinin –ya da reislerinin- ya da belediyelerin sosyal yardım adı altında verilen birkaç yüz lirayı almak için beklemekte. Birkaç kuruşluk doğal gaz ya da elektrik fatura desteği de o tiksinti verici kelime ile “bonus” olmalı. Bekleyişin bir iki lira daha ucuz ekmekten daha kârlı sonuçlara yol açacağı malum; yine de çarpsan toplasan yirmi avroyu geçmez sadaka; “buna da şükür” ya da “kısa günün kârı”. Teşne şükür toplumunda bunun adı sadaka, fitre, zekât, vesaire; sonucu ise yegâne siyasi katılım aracı olan seçimlerde oylar reislere… Yüzyıllardır uyutuldukları öcü masalı, “her zamankinden çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz bu günlerde” diye başlayan “vatanın, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü” diye devam edip nüfusun yüzde doksanına açlığa, sefalete, yoksulluğa ve yoksunluğa katlanmasını emreden. (Ve kayıtsız şartsız bu emre biat edilen.) Bir sevinç dalgası daha yayılıyor ki kuyruktan kayda düşülmesi, unutulmaması gereken; tüm “emekliler”, işçisi köylüsü, memuru yüzüncü yıl harçlıklarını alacaklarmış; borsa simsarlarının o iğrenç jargonları ile devam edersek “sefaletin piyasası şenlenmiş durumda”. “Bundan iyisi can sağlığı” diyor birisi, çoğunluk katılıyor buna çok azı sessiz. Asıl sorun şu ki sağlıklı olduklarını zannediyorlar.

iki aforizma

Julius Firmicus Maternus “Gizemleri dinle bağdaşmayan birtakım saçmalıklar üstünlük kazanmış… bunlar insanın ölümünden sonra, kutsal olmamasına karşın kutsallığın tanıkları durumuna getirilmiştir” derken ondan bin beş yüz yıl sonra Bakunin Voltaire’nin “Tanrı var olmasaydı bile onu icat etmek gerekirdi” sözünü yanıtlarken son noktayı koyuyor: “Eğer Tanrı gerçekten varsa bile onu yok etmek gerekir.”

Bu bölüm yazılmayabilirdi ya da bir başka gerekçeye bir başka zamanda eklenebilirdi; şimdi olmasının nedeni masaya oturmadan tv’de seyrettiğim “Arjantin halkı öfkeli” başlıkla verilen görüntülü haberlerdi. Sanki Jarvier Milei’yi ben seçtim! Üstelik adam iktidara gelince ne yapacağını da açık seçik söylemişti. Çapsız bir faşist had safhada niteliksiz –çoğu gibi- vasat altı –çoğu gibi- aşırı sağcı, ne var ki türleri arasında az rastlanacak tarzda açık sözlü; söylemedikleri tabii ki var!

(Che Arjantinliydi değil mi?)

Tercih kelimesi sözlüklerde “yeğleme” diye tanımlanır: birine ya da diğerlerine karşı bu…

Tercih eden özgün durumu için taraf olmuştur; tercih gidilen/tutturulan yoldur, süreç içinde taraf olmaktır ve bu süreç tercih bağlamında sonsuza dek sürecek bir biçimde tercihte bulunan yaşamını niteleyecek etkileyecektir. Sadece onun mu, tabii ki hayır; tercihi ondan/oradan olmayanı da etkiler; o bu tercihe katılmasa bile niteliksiz niceliğin kendi yaşamını doğrudan etkileyen tercihlerinin sonuçlarına boyun eğmeyi, dolaylı biat etmeyi zorunlu sayıyorsa… O da en az tercihi yapan kadar bundan sorumlu değil midir? Çoğunluğun, yedekli çoğunluğun tercihine karşı mücadelede geri, eksik, zayıf ve inisiyatifsiz duranların sorumluluğu yok mu? En uçta dahi olsa görünmez dahi, “diğer” yolu yaratamayanlar…

Aralarında anlam nitelik ya da nicelik nüansları olsa da tercih üzerine farklı bağlamda birkaç söz, halk ağzından: iki ucu boklu değnek, aşağı tükürsek sakal yukarı tükürsen bıyık, bokla tezek arasında, veba ile kolera arasında…

Tercih eden yaptığı tercihin kendisi için olumlu olduğunu düşünür ya da tercihinin sonuçlarının daha iyi olacağına inanır, inancı budur. Ve görünen o ki bu “yanılsamayı” sorgulamaksızın ömür boyu taşır. Patolojik bir bağımlılık hali…

Kişiler, topluluklar, toplum ve halklar yaptıkları tercihlerin sonuçlarına da katlanmak zorundalar. Tarihin yazdığı katlandıkları şeklinde; “ben yapmadım o yaptı” diyebilme, yalan söyleme hakları yok; olası her yolla anımsatılmalı ve hesap sorulmalıdır aynı zamanda. Anımsatma hesap sorma sürecinin ilk adımı olabilir mesela… Aynı hesabı vermekten onların tercihlerine katılmasalar bile biat edenlerde, kabullenip boyun eğenlerde, yeterince mücadele etmeyenlerde kaçamamalıdır. Geride kalana küçük çok küçük azınlık........

© Nokta Haber Yorum


Get it on Google Play