Van Gogh hangi kulağını kesmişti?
Lemi Özgen
Neden sağ kulak? Tabloya her bakışında kendine sorduğu bu soru, yine aklına geldi. Neden sol kulağı değil de sağ kulağı sargılı? Sol kulağını kesmiş olduğu biliniyor. Ağabeyine yazdığı birçok mektupta bunu kendisi de söylüyor zaten. Öyleyse neden kestiği sol kulağını değil de sağ kulağını bezle sarmış?
Tabloya iyice eğilip, belki binlerce kezdir yaptığı gibi yeniden inceledi. İlk olarak İngiltere’de Somerset House’daki Courtauld Enstitüsü’nde görmüş olduğu tablodaki adama yeniden ve dikkatle baktı. Zayıflamış, çizgileri incelmiş solgun bir yüzde, nereye baktığı belli olmayan soluk mavi gözler. Siyah kürklü bir kalpak. Tek düğmeli, kalın ve kaba kumaştan yapılmış bir palto. Kalpağın altından belli belirsiz görülen kızılımsı sarı saçlar.
Sonra da sağ kulağı tümüyle kapatıp, tabloda görülmediği için çene altında bir yerlerde düğümlendiği sanılan o sargı bezi. Özenle sarılmış. Mektuplarında da yazdığı gibi keskin ustura, sol kulağının büyükçe bir bölümünü uçurduğundan, hızla artan kan kaybını önlemek için alelacele eve çağrılan diplomalı eczacı Van Bruuker’in ilk yardımda kullandığı sargı bezi.
Nedir, birer ay arayla çizilmiş her iki ‘otoportre’de de sarılıp tedavi altına alınmış olarak sağ kulak çizilmiş. Neden sağ kulak? Uzmanların ortak görüşüne göre, bu resimler aynaya bakılarak çizilmişler ve tabloda görülen sarılı kulak, aslında sağ değil, sol kulak. Öyleyse adamın sol yanında görülen tablonun yönü niye aslı gibi kalmış? Aynadan yansıyan öteki görüntüler gibi yön değişikliğine uğramamış?
Ressamın 17 Eylül 1888’de ağabeyine yazdığı bir mektupta, “çalışmalarına yardımcı olması için pahalı bir ayna satın aldığını” söylediğini biliyordu. Yine mektuplardan, ressamın Saint-Remy’ye taşınırken aynayı Arles’da bıraktığını ve daha sonra da aynayı arkadaşı Ginoux’ya emanet edip onu “iyi korumasını” rica ettiğini de biliyordu.
Ressam için çok önemli olduğu anlaşılan o ayna acaba şimdi neredeydi? Aynayı bulabilse, ‘kesik kulaklı otoportre’nin gizemini de çözebilir miydi? Bunları düşünerek İkiz Kuleler diye bilinen Dünya Ticaret Merkezi’ndeki ofisine gitmek için dışarıya çıktı ve dalgınca yürürken, bir kadınla çarpıştı. Kadın da dalgındı. İki gün önce Empresyonistler Bölümü’nün iki numaralı uzmanı olarak çalıştığı Sotheby’s Müzayede Evi’ndeki işinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Şimdi de yeni bir iş görüşmesi yapmak için, yakınlardaki ünlü ‘İkiz Kuleler’e gidiyordu.
İkisi de Van Gogh uzmanı olan kadınla erkek, böylece tanıştılar ve yol boyunca sanatçının ünlü ‘Kesik Kulaklı Otoportre’ tablosunu konuşarak İkiz Kuleler’e girdiler. Bölgede bulunan Wentworth köşkünde işlenen cinayeti soruşturmaktan dönen polis müfettişi de bir şeyler atıştırmak için kulelerin girişindeki bir lokantaya uğradı. İlk bulgulara göre, köşkün sahibesi olan kadın vahşi bir biçimde öldürülmüş ve özel koleksiyonundaki çok değerli bir Van Gogh tablosu çalınmıştı.
Japon çelik tröstünün baş yöneticisi de aynı saatlerde İkiz Kuleler’in yirmi ikinci katındaydı ve Van Gogh’un ünlü ‘Gece Kahvesi’ adlı tablosunu kendisine satabileceğini söyleyen bir adamla pazarlık yapıyordu.
Tarih 11 Eylül 2001’di ve saat sabah sekiz kırk beşti. Kulakları sağır eden bir ses duyuldu. Kulelerden kuzeyde olanı çökmeye başladı. On dakika kadar sonra daha şiddetli bir patlama oldu ve bu kez güneydeki kule yıkılmaya koyuldu. Karanlık, toz, çığlıklar ve inlemeler arasında ‘tesadüfen’ ortak noktaları Van Gogh olan dört kişi dışarıya çıkmayı başardılar. Van Gogh uzmanı erkek ve kadın ile polis müfettişi ve Japon iş adamı, New York, Hollanda, İngiltere ve Japonya’ya kadar uzanacak baş döndürücü bir maceranın tam ortasında böylece buluverdiler kendilerini.
Elbette sonunda İngiltere’nin ıssız bir balıkçı kulübesinde Van Gogh’un aynasını bulacaklarını, aynanın bakır sapındaki gizli yere yerleştirilmiş bir mektubu okuyup, hem kesik kulak tablosunun sırrını ve hem bundan da önemli olarak 11 Eylül’de New York Dünya Ticaret Merkezi’nde meydana gelmiş ‘terörist saldırı’nın gizemini çözeceklerini bilmiyorlardı henüz…
İnsana “yok artık bu kadarı da olmaz” dedirten rastlantılarla dolu olan, mantık sınırlarının sonuna kadar zorlandığı olayların peş peşe sıralandığı romanlarıyla dünyanın en çok satan yazarlarından biri olmayı başaran Jeffrey Archer, hemen tüm romanlarında, benim aktardığım bu ‘deli saçması’ şeylerden daha fazlasını anlattı. Bir başka yazar tarafından yazılmış olsa asla ciddiye alınmayacak olan olayları, öylesine ustalıkla kurguladı ve o kadar akıcı bir dil kullandı ki, kitapları tüm dünyada yüz yirmi milyon adetten fazla sattı.
İşin daha da ilginç olanı, Archer’ın kendi gerçek hayatının, romanlarında canlandırdığı olaylardan çok daha çarpıcı olaylarla........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein
Beth Kuhel