Hamasette ve Sınamada Savaşlar
Bugün savaşların başka başka veçhelerine dair müzakerelerde bulunalım istedim. İnsanlık tarihinin bütün iklimlerini, bütün acılarını, övgülerini, zaferlerini, mezelletlerini olduğu kadar şan ve şereflerini, varoluş ile zamanın derinliklerinde yokoluşu, vb birçok farklı ve birbiriyle çelişik durumu içeren savaşlar her şeyin zirvesini gördüğü istisnai ve olağanüstü olaylardır.
Böylesi istisnai ve olağanüstü bir olayın elbette ki, hamaset ve sınama süreci olarak adlandıracağımız dönemlerinde algılanması, anlatılması, analiz edilmesi gerekir. Çünkü savaş her dönemde farklı bir anlam ve mahiyet kazanır. Buna tarihi yeniden inşa etme, mühendislik projesine dönüştürme meselesini ilave edersek savaşın gerçek mahiyeti ile ideolojik ve araçsal mahiyetinin birbirinden tamamen farklılaştığını görürüz. Şimdi bu farklılaşma ve her iki olgunun gerçeklikleri üzerinde duralım. Burada gerçeğin doğru anlaşılmasının ne kadar önemli olduğunu ifade etmeye gerek yoktur diye düşünüyorum.
Zira özellikle savaş konusunda at nalı kadar bir ihmalin koca bir orduyu mağlubiyete götüreceğini şu söz ne güzel anlatmaktadır: "Bir mıh (çivi) bir nal kurtarır; bir nal bir at kurtarır; bir at bir er kurtarır; bir er bir cenk kurtarır; bir cenk bir vatan kurtarır". Cengiz Han’a atfedilen versiyonunda söz “sakın bir çiviyi küçümseme…” ile başlamaktadır. Ekşi Sözlük yazarı bu tekerlemeye benzettiği sözü Dretnot çağıyla ilgili olarak duyduğunu ifade etmiştir. Bilindiği üzere Dretnot dönemin İngiliz savunma sanayiinin harikası zırhlı savaş gemisidir. Modern sanayinin timsalidir. “Çivi”nin yerinde “cıvaya” atıf vardır. Dretnot gibi bir savaş makinesinin bir civatası eksik olursa batar. Bu söz hamasetin yerini alan modern bir anlayışın ürünüdür; bu haliyle günümüzdeki kalite kontrol mühendisliğinin aşamalarına ne kadar da benzemektedir.
Savaş ve Barışın Bir Arada Oluşu
Barış dönemlerinin zaman olarak uzun sürmesi bizleri yanıltmasın, tarihin kesin ve radikal dönüşümleri savaşlar neticesi olur. Bu dönüşümler öylesine esaslı, kapsamlı ve nüfuz edicidirler ki, savaşın izini barış zamanlarında da görürüz. Savaşların bu belirleyici niteliğinden olsa gerek, “Barış zamanları bir sonraki savaşa hazırlık dönemleridir” denilmiştir.
İnsan ve millet hayatında hangisinin hangisinin daha etkili ve uzun sonuçlar doğurduğu, savaş ve barışı ayrı ayrı kategori olarak kabul edilip tartışılmıştır. Ancak, gerçek şudur ki, insan doğasının güvenlik ihtiyacı gibi saldırganlık dürtüsünün içsel bir genetik algoritmasının bir parçası olmalarından dolayı bu iki olguyu birbirinden ayırt etmek bazen mümkün değildir.
Sadece bünyenin aşırı ateşlenmesi, veya iltihaplanması gibi belli dönemlerde devletler arasında gerilimler, öldürücü rekabetler ve yok etme stratejileri zirveye çıkar. O zaman savaşın tanımını yapmak daha da kolaylaşır.
Sadece bilge hükümdarlar ve komutanlar barışın milletleri uyuşturacak derecede yaygınlaştığı, günlük çıkar güdülerinin iç boğuşmalara neden zamanlarda savaşın izini sürerler, işaretlerini yakalamaya çalışırlar, ve tabi ki ilk başlarda birçoklarına garip gelecek şekilde savaşa hazırlanırlar.
“Hazır ol cenge eğer ister isen sulhu salah” şiiri böylesi büyük devlet adamlarını tanımamıza yarayacak işaretleri içermektedir. “Si vis pacem para bellum” Latin deyişi aynı çerçevededir. Aslında bu biraz daha yaygın bilinen bir kullanımdır. Bir Fransız tarihçi Napolyon’un bu sözü tersine çevireceğini ifade etmiştir: “Si vis bellum parapacem”, savaş istiyorsan barışa hazırlan. Bu da tarihin garip saldırgan dahilerinden birinin zihinsel arkaplanı işte. Bu aynı zamanda Napolyon’un dış politikasının ifadesiydi der tarihçi…
Yeri gelmişken bu Latin maksiminin türevleri üzerinde kısaca duralım. Mesela Amerika’nın güçlü ve zamanının ilerisinde devlet olduğu, ekonomisi ve yumuşak gücüyle (Joseph Nye’dan çok önce) küresel siyasette de bir güç mimarisi oluşturduğu dönemde 1907 tarihindeki Barış Kongresinde “Si vis pacem para pactum. ”Yani “barışı istiyorsanız barışı korumayı kabul edin!” tebliği yapılır. Zira henüz dünyanın eski yarısında Amerika’nın kaydettiği ilerleme bilinmese de yeni dünyada yepyeni bir güç doğmuştur. İcatlar yüzyılını başarılarla doldurmuştur. Dünyanın henüz birçok bölgesinde aydınlatma geleneksel yollarla yapılırken, 1876’da New York’un iki semti elektrik ile aydınlatılmaya başlanmıştır.
Bu aslında icatların yarattığı dünyanın aydınlatılmasıydı. Bu dünya okyanus ötesindeki eski dünyalar için (Avrupa, Rusya ve Çin) henüz karanlık değilse bile gölgeli idi. İşte bu bağlamda, barışı korumak ile yükseliyordu Amerikan gücü. O dönemde sanayi devrimini gecikerek ama büyük başarıyla tamamlamış Almanya için “Savaş politikanın bir devamı, politikanın aracı, hatta ta kendisiydi”. Clausewitz “Düşmanın iradesine boyun eğdirmeden, düşmanın topyekun imhasından söz ediyordu”. Düşmanın iradesine boyun eğdirme 2. Dünya Savaşında Almanya ve Japonya’nın Yıldırım Harbi stratejisinin bir ayağı olacaktı. Yani kaynakları yetersiz olsa da kısa sürede insan, hammadde zengini olan ülkeler ile diğer gelişmiş ülkeleri kendi lehlerine bir barış anlaşmasına mecbur etmeyi hedetlemekteydiler. Tabi ki bu stratejinin başı düşmanları, sonu ise kendileri için büyük katliamlar, acılar doğuracaktı.
Çünkü büyük katliamların zirveye çıktığı dönemde “Si vis pacem fac bellum!” “Barış istiyorsanız, savaş açın!” fikri taraftar kazanacaktı. Nitekim barışın normal yollarla kazanılmayacağı düşüncesiyle olağan dışı bir savaşa ve imhaya tutulacaktı iki taraf da. Barış için barışa hazırlanmak, barış için barışı inşa etmek “Si vis pacem para pacem” kısa süreli belle époque (güzel çağ, barış çağı 1871-1914) ve diğer kısa süreli dönemlere ya da bazı aydınlara münhasır kalacaktır. Buna rağmen, bu son maksim ve perspektif de diğerleri kadar esaslı bir prensibi işaretliyor, benim de üzerinde durmak gerekliliğini düşündüğüm bir maksim. Böylesi bir tasvire uyan dönemler ve şanslı güçler tarihte az görülüyor. Bunlardan da çoğu böylesi bir altın fırsatı ellerinin tersiyle itiyorlar. Ne yazık ki, bu şanssız gruba bizim de dahil olduğumuzu görmek mümkündür. Türkiye 1990’lardan itibaren Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan’ları kapsayan kritik coğrafyada barış inşa eden, barış beklentisi oluşturan bir güç iken kendi iradesi ve hatalı tercihleriyle kısa bir süre savaş yapan (fac bellum) bir güce dönüşmüş, savaş ekonomisini karşılayamadığı gibi büyük ve orta ölçekli bölgesel rakipleri karşısında opsiyonlarını kaybetmiş, güçten düşmüştür. Tekrar başa dönersek uzun bir “para bellum” dönemine mecbur olmuştur.
Savaşın barış dönemine gömülü olduğu, zıt ikizlerin birlikte yaşadığı zamanlar her ikisinde de başarıya ulaşmanın anahtarlarını içermektedir. Şaşırtıcı bir şekilde iki dönem aralığı bir diğerinin hazırlığını, kökenlerini, gerekçelerini, sebeplerini, vs hazırlamaktadır. O yüzden savaşın öncesini yani barış zamanını savaşa hazırlık durumunu yükseltme olarak tanımlıyoruz.........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein