menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Raporların gösterdiği

22 9
previous day

TBMM Başkanlığı’na teslim edilen raporlardan ümitlenmek, iyimser sonuçlar çıkarmak zor. Zor, çünkü okuyan, bakan herkesin hemen teslim edebileceği üzere, raporlar ayrı telden çalıyor.

En azından benim okuyabildiğim beşi.

Beş farklı aktör, beş farklı siyasi parti tarafından kaleme alındığından farklılıklar olması beklenirdi elbet. Ancak bu haliyle raporlar, bu beş aktör birkaç ay önce “Bir meselemiz var, oturup konuşalım” diye ortak bir karar alıp bir araya gelmemiş, geride kalan dört- beş ay boyunca birlikte bir mesai yapmamış türünden bir izlenim veriyor. Bu da “Peki şimdi ne olacak, bu beş aktör nasıl uzlaşacak” sorusunu sorduruyor.

Neyse ki süreç raporlardan ibaret değil ve devam ediyor. Süreç devam ettiği gibi partilerin raporlarından nihai bir rapor çıkarılacak ve bu son rapor yürütmenin atacağı adımlar ve Meclis’te yapılacak düzenlemeler için zayıf ya da kuvvetli bir referans oluşturacak. Dolayısıyla, süreçle ilgili genel kanaatler oluşturmak, sürecin akıbetiyle ilgili kalıcı çıkarımlar yapmak için henüz erken.

Komisyona sunulan parti raporları tek başına ümit verici olmasa da raporlara gelinceye kadar yürüyen ve daha da yürüyecek görünen bir süreç var. Bir önü, bir arkası olduğundan sadece raporlara dayanarak süreç hakkında kati çıkarımlar yapmak çok doğru olmaz. Raporlarla birlikte “süreç ne alemde, buradan nereye gidebiliriz” sorusunu hakkınca cevaplayabilmek için hem raporlara hem de raporların önüne-arkasına bakmak lazım.

Raporlar

Raporların detaylı analizi yapılabilir yapılmasına, nitekim birkaç yerde de yapıldı. Ancak raporlarla birlikte “Süreçte nereye geldik, buradan nereye gideriz” sorusunu cevaplamak için ihtiyacımız olan bu türden detaylı bir analizden çok, sürecin akıbeti açısından önem taşıyan iki konuda raporlarda ne dendiği, iki önemli sorunun nasıl cevaplandığı.

İçinde bulunduğumuz süreç merkezli baktığımızda önümüzdeki iki büyük soru şu:

1- Kuvvetli ya da zayıf bir reform siyasetine bağlanmayan bir geçiş yasasıyla PKK’nin silahsızlanması tamamlanıp eve dönüş gerçekleşir mi?

2-Geçiş yasası ve dolayısıyla eve dönüş SDG-Şam ilişkilerinin Türkiye açısından ‘yola girmesini’ bekler mi?

Tek soruda birleştirmeyi denersek: Reform siyaseti kapısını kapalı, SDG-Şam ilişkilerinin seyri kapısını açık tutarak eve dönüşü gerçekleştirebilir miyiz?

Raporların bu iki soruyu nasıl cevapladığına gelince… MHP raporuyla başlayayım. MHP’nin süreçteki özel konumu malum. Kurulduğu ilk günden yakın zamana kadar Kürt meselesinde güvenlikçi siyaseti savunan ve 2009-2015 sürecine kökten karşı çıkan MHP, 1 Ekim 2024’te “Türklerle Kürtlerin kardeşliği” demeye başlamasaydı, bir senedir yürüyen bugünkü süreç olurdu belki, ama inananı, destekleyeni herhâlde bu kadar çok olmazdı. Böyle olmakla beraber MHP raporundaki ana fikir şu: Türklerle Kürtlerin kardeşliğinin önündeki esas engel “terör” olduğundan, ihtiyacımız olan, “terörü” sonlandırıp eve dönüşü mümkün kılacak kademelendirilmiş bir infaz yasası, belki biraz fazlası.

MHP’nin raporuna göre cumhuriyetin millet anlayışında, vatandaşlık, eğitim ve kültür politikalarında bir sorun olmadığından, haddizatında bütün bunlar tam da olması gerektiği gibi olduğundan, Türklerle Kürtlerin kardeşliğini sağlamanın yolu kuvvetli bir reform siyasetinden geçmiyor. Dolayısıyla kapsamlı bir reform siyasetine de ihtiyaç yok. Ancak şunu da ekliyor MHP raporu: Terörü tasfiye etmek için hukuk, ekonomik kalkınma ve demokratik kurumların güçlendirilmesi gibi araçların da kullanılmasına ihtiyaç var. Nitekim bunun için olsa gerek, MHP kademelendirilmiş bir infaz yasasının yanına Öcalan’ın salıverilmesine yol açmayıp infaz koşullarını değiştirecek bir umut hakkı düzenlemesiyle AHİM ve AYM kararlarına uyulması........

© Gazete Pencere