Bencil insanların dünyalarındaki küçük mutluluklar!
HAYATA dair bir hikâye.
Yaşamsal tercihlerin bir parçası…
Aslında yaşanmış ve gerçeklerde alınmış bir kıstas.
Mutlulukları kendi küçük dünyalarında sadece kendileri için hapseden bencil beyinlere dair bir yaşanmışlık…
Okuduğumda çok şeyler hatırlattı.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Yaşamsal tercihlerin bir parçası…
Aslında yaşanmış ve gerçeklerde alınmış bir kıstas.
Mutlulukları kendi küçük dünyalarında sadece kendileri için hapseden bencil beyinlere dair bir yaşanmışlık…
Okuduğumda çok şeyler hatırlattı.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Aslında yaşanmış ve gerçeklerde alınmış bir kıstas.
Mutlulukları kendi küçük dünyalarında sadece kendileri için hapseden bencil beyinlere dair bir yaşanmışlık…
Okuduğumda çok şeyler hatırlattı.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Mutlulukları kendi küçük dünyalarında sadece kendileri için hapseden bencil beyinlere dair bir yaşanmışlık…
Okuduğumda çok şeyler hatırlattı.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Okuduğumda çok şeyler hatırlattı.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Hepimizin kısa yaşam döngüsünde karşımıza çıkacak türdendi, paylaşmak istedim.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
“GEÇMİŞTE mesleki faaliyetleri için tuttuğu bürosunda hayat kavgası veren biri ve sosyal dünyası ve insan ilişkileri zengin bir kişilikti.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Dolayısıyla dünyasını ziyarete edenlere asla kapatmazdı yaşam pencerelerini.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Günün birinde küçük bir kız çıkıp, geliverdi.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Henüz bir ortaokul öğrencisiydi ve aynı iş yerindeki bir dershaneye gelip gidiyordu rutin olarak.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği yapmış ve o evlilik zaman içinde bir ıstıraba dönmüştü.
Mesleki hayatı ve o hayatı çerçeveleyen insanlar da bu ıstırabı çoğaltan etkenlerdi.
O anlatıyor, adam dinliyor ve sonunda yürümesi gereken yolu telkin ediyordu.
Günler, aylar ilerledikçe birbirlerine daha yaklaşıyor ve sıcak bir ilişki çemberini daralttıkça daraltıyordu.
Sonrasını kısaca anlatıyor adam;
Kadının yaşadığı şehirde bir araya geldiklerini ve yıllar sonra ilk kez birbirlerini canlı olarak gördüklerini söylüyor.
Tabi o ilk görüşte çakan kıvılcımı…
Bunun ne anlama geldiğini herkes biliyor tabi.
Zaten bir gece, ikisi de yataklarına uzanmış konuşurken hissettiklerini fısıldayıvermişler birbirlerine.
Zaman hiçbir şeyi değiştirmemiş, eksiltmemiş.
Kadın konuşuyor, anlatıyor hayatını dolduran insanlardan memnuniyetsizliğini paylaşıyor.
Adam da onu tehlike olarak gördüğü herkesten nasıl korunması gerektiği konusunda telkin ediyormuş.
Birbirlerini bu kadar iyi anlayan, bu kadar yaklaşan iki insanın beraber olamamasını, ‘Acı’ olarak ifade ediyor adam.
Bu kadar güzel bir ilişkinin adı ve tanımı, ‘Dokunmadan, görmeden sevmek’ olmuş.
Onda her konuda istediğini alan ve hayata tekrar güçlü bir şekilde bağlandığı ve dik durmayı öğrettiğini söyleyen kadın aradan yıllar geçmesine rağmen bir araya gelmemek ve onu görmemek için her seferinde türlü bahaneler uydurmuş.
Ama tanıdığı herkesten kendisini anlamadıkları konusundaki şikâyetini sürdürmeyi devam ettirmiş.
Hayatınızdaki her kötü ve anlayışsızsa, kendinize yarattığınız bencil bir dünyadır diyor adam.
Hiçbir şeyin karşılıksız sonu yoktur diye de ekliyor.
Bu kadar yakınken, bu kadar yüreği sevgi doluyken yaklaşamadığınız, bir araya gelemediğiniz bir kadına söylenecek tek söz vardı.
Ben de onu söyledim;
“Sen kendine sadece kendin mutlu olabileceğin bencil bir dünya yaratmışsın.
Benim o dünya da işim yok!”
Bunlar son sözleri olmuş ve bir daha ne aramış, ne de telefonlarına çıkmış.
Aslında hikâyeyi biraz ben kısalttım ama bundan öğrenecek çok şey var hayat adına;
Doğrudur, herkesin harcı değildir dokunmadan, görmeden sevmek.
Yine de insan sevdiğini yanında ister.
Saçını, yüzünü okşamak ister.
Nefesinin sıcaklığı yüzüne vursun ister.
Ama sevgi yine de karşılık bekler.
Ve yadsınamaz gerçek;
SEVGİ, bencil dünyalarında sadece kendileri için mutluluk besleyenlerin esaretinde olmaktan nefret eder.
Her gün geldiği yerde ışıkları sürekli açık bu ofisi ve içindekileri merak edip girmişti içeriye.
Çok özellikli bir yer değildi aslında.
Bir sekreter odası ve özel bir ofis, o kadar.
Öyle, tesadüfen tanımış oldu bu küçük kızı sonrasında hayatında ne kadar yer edeceğini bilemeden.
Hayat her gün yeni bir şeyler sunuyor size ve yaşatıyor.
İşte o karmaşa içinde yıllar o küçük kızı hatırlatmayacak kadar çabuk geçti.
Sonra bir gün sosyal medya sayfasında kendisine arkadaşlık teklif eden bir kadına rastladı.
Onun, o küçük kız olduğunu bilemeden ‘evet’ dedi arkadaşlık teklifine…
Hatırladı tabii konuşmalar ilerleyince…
Evlenmiş, iki de kız çocuk sahibi olmuştu.
Yazmak yetmeyince telefon konuşmaları dahil oldu muhabbete…
Geçen onca yılı tek konuşmaya ve konuşmaların saate sığmasına yetmedi.
Neredeyse her gün gece, gündüz fırsat buldukça arar oldular birbirlerini…
Hayata dair her şeylerini paylaşıyorlardı.
Hatta en mahrem konularını bile…
Çünkü bir akraba evliliği........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Daniel Orenstein
Grant Arthur Gochin
Beth Kuhel