KENDİ KÜLTÜRÜYLE YOĞRULAMAMAK
Emekli olduktan sonra okumaya daha çok vakit ayırabildiğimden edebiyatımızın tüm güzel romancılarıyla tekrar buluşma şansım oldu. Yakup Kadri, Peyami Safa, Peride Celal, Kemal Tahir, Oğuz Atay… Üniversiteden edindiğim bir alışkanlıkla hepsinin külliyatını elden geçirdim. Böyle de olması gerekir diye düşünüyorum; çünkü bir yazarın yapıtlarının büyük kısmını okumak onun dünyasındaki birçok şeye kapı aralamak demektir. Bu kadar çok Türk romanı okuyunca da insan ister istemez çeviri romanlara yabancılaşmaya başlıyor. Peş peşe iki tane yabancı roman okuyunca damağınızda kekremsi bir tat bıraktığından araya mutlaka bizim romancılarımızdan birini sıkıştırma ihtiyacı duyuyorsunuz. Bazen o bile çare olmuyor. Bizimkilerden birini okuduktan sonra dünya edebiyatından okuduysam baklavadan sonra supangle yemiş gibi hissediyorum, hafif kalıyor anlayacağınız.
Belki de yaş ilerledikçe ve okuduklarınız üst üste biriktikçe kültürünüzün değerini daha çok biliyorsunuz. Fark ediyorsunuz ki bizim romanlarımız hem içerik hem de seviye bakımından Batı’dakilerden daha doyurucu. Bizde roman türü uzun bir geçmişe sahip olmasa da şu an Batı’yı çoktan solladık bence. Bu konuda hiç tevazu gösteremeyeceğim. Hep tam tersine inandırıldık; hep eksikliklerini arayıp bulmaya çalıştığımız için onlara tarafsız gözlerle bakamıyoruz. Hatta çoğumuz bakmıyoruz bile; çünkü onlardan bihaberiz. Malum, toplum olarak çok okuyan insanlar değiliz. Yazarlarımız kan ter içinde uğraşırken biz ekranlara gömülüp kendi aramızda bile bahsini geçiremiyoruz. Hatta sohbeti dönüp........
© Gazete Gerçek
