Vatandaş olamama yangını
Bolu Kartalkaya’da yetmiş sekiz insanın canını kaybetmesine yolaçan yangın, sadece bizim, bu memleketin ortalama insanlarının canının ne kadar kolay harcanabilir olduğunu on bininci defa ispat etmekle kalmadı. Katliamvârî yangın, başka felaketlerde de başlıbaşına ayrı fecaat olarak sahne alan toplumsal özelliklerimizden bazılarına da yeniden parlama fırsatı verdi. Ve bunlar öyle yerleşik, öyle görmezden gelinemez, öyle varlığı yadsınamaz özellikler ki, gerçekte masaya yatırılıp derinlemesine incelenmeleri, sosyal-psikolojik otopsilere konu edilmeleri gerekir. Çünkü bunların kimliğimizin, kişiliğimizin terkibindeki köklerine ancak böyle ulaşılabilir, kaynakları böyle açığa çıkarılabilir.
Bu kökler açık açık tarif edilmeye ve bunlardan yetişen zehirli bitkiler mikroskop altına yatırılmaya başlandığında zihniyetimiz, ahlâkımız, “neden böyle” olduğumuz gibi alengirli mevzularda hayatımızı baştan aşağı değiştirecek sarsıntılar meydana gelecek, sırf kendi kendimizi bu şekilde sarsmakla bile problemli ergenler olmaktan aklı başında yetişkinler olmaya geçebileceğiz, hattâ belki vatandaş bile olabileceğiz.
Yapmazsak da olamayacağız. Olduğumuz gibi kalacağız, gücü ele geçiren üzerimizde gönlünce tepinecek. Otel yapacak, yangın tesisatı kurmayacak, denetim yapmayacak, olay çıkarsa “o yapmadı” diye birilerini suçlayacak, denetimi haliyle kâr dışında amaç gütmeyen özel şirkete verecek, o kimbilir kimlerle ne karşılığında nasıl anlaşacak, hangi belgeler denetimsiz damgalanacak, filan… Sonra yangın çıkacak, bina çökecek, şu olacak, bu olacak, insanlar ölecek, bir yandan ahlanılıp vahlanılırken öbür yandan ezcümle yetkili tayfa birbirini suçlayacak, suç bir elden öbürüne hop hop atılırken biz kafamıza kayalar atılıyor gibi hissedeceğiz, falan… İşte, biliyorsunuz hepsini. En fenası da, bir anda tv ekranlarına üşüştürülen okkalı konuşma uzmanlarının ne olsaydı ne olmazdı veyahut ne olmasaydı ne olurdu gibi mühim mevzularda başlarını sallayarak, kaşlarını oynatarak, aslında “baştan bana sorsalar bunlar olmazdı” anafikrinden ibaret nutuklarını atmaları ve ardından, “ders almalıyız” konulu kompozisyonlarını okumaları.
Bal gibi biliyoruz ki, insan hayatının hiçe sayılması sapına kadar da değil, sapı dahil köküne kadar siyasî meseledir ve devlete tapınan vatandaşlıksız toplumda nerenizi yırtarsanız yırtın, zengin ve ayrıcalıklı kesim bile hiçe sayılmama haline düşmemeyi yüzde yüz garantileyemez. İnsan hayatının hiçe sayılmaması ise sadece siyasî mesele olmayıp aynı zamanda dünya görüşü, hayat tavrı, yani genel olarak zihniyet meselesidir. (Ahkâm kesecekken bile -dir’li, -dır’lı otorite sesli üslûptan kaçınmaya çabaladığının sadık okurlarınca teslim edileceğini uman köşeyazarınız, muhterem okurlar, bu hususta -dir’den, -dır’dan uzak durma gereğini ihmal etmekte beis görmemektedir. Hattâ bu açık meydan okuyucu tavrı pekiştirme maksadıyla, gördüğünüz üzre, -mektedir, -maktadır olayına bile girmiş bulunmaktadır. Zira, lütfen mâzur görünüz, bu böyledir!) Zihniyet meselesi, zihniyet meselesidir ve eğitimle, yetiştirmeyle, toplumsal gelenek-görenekle olduğu kadar, tarihle, yaşanmışlıkla, devletin vatandaşı mecbur kıldığı vatandaşlıksız, haysiyetsiz varoluşla doğrudan ilgilidir, hattâ bunların ürünü, sonucudur.
Kış tatiline çıkabilecek ahalinin görece hali vakti yerinde, en azından bu kadarına imkân bulabilen,........
© Gazete Duvar
visit website