Piyango batar ve ışık saraydan yükselir
Eskiden, henüz TRT’nin kanallarından başka kanallar yokken, yılın son günü, yılın siyasi, sportif, müzikal olaylarının yanında kamera şakaları ve kameraya takılan komik olaylardan oluşan bir seçki envanter halinde yayınlanır, ahali de Orhan Gencebay bu sene yılbaşı programına çıkacak mı, dansöz saat kaçta çıkacak? gibi daha dünyevi soruları kovalarlardı.
Tabii, bunu söylerken bir altın yıllar nostaljisinin peşinde değiliz, 80’ler 90’lar öyle çok matah yıllar değildi ama çocuksu bir yanı vardı. Yılbaşı kutlamaları ve bu kutlamaların etrafında dönen arzular, mesela piyango bileti ile milyoner olma, bu çocuksuluğun doruğuydu.
2022 yılında büyük darbe alan 2023 yılbaşında ruhuna rahmet okunan en büyük yılbaşı geleneği piyango bileti. Piyango etimolojik olarak bianco’dan geliyor: beyaz, parlak. Yani parlak kısmı luxus (lüküs, hem lamba hem hayat tarzı) ile aynı duyguyu tetiklemek üzere düşünülmüş. Ama, AKP rejiminin 20 yılda inşa ettiği monopoliler konsorsiyumu, ışığın ve pırıltının dağıtımının hiçbir biçiminin şansa bırakılmadığı bir sistem kurdu.
Piyango batar ve ışık saraydan yükselir.
2023’te tek kaybettiğimiz şey piyango olmadı. Aslında, piyangonun kaybında somutlanan şey, şansı bile kolonize eden büyük bir hegemonya sisteminin kalıcı hale geldiğine dönük büyük bir önkabul ve bu önkabulden doğan umutsuzluk.
Öncelikle, 2022’nin bittiği ve 2023’ün başladığı bir yıl öncenin bugünlerinde, AKP rejiminin yıkılabileceğine dönük ciddi bir iyimserlik ve umut vardı. Tayyip Erdoğan, Türkiye tarihinin mantıksal bir sonucu değil de, son 20 yılda ortaya çıkmış bir kısa devre olarak görülüyordu ve rejimin bu kısa devreyi halkın da yardımıyla çözeceğine ilişkin ciddi umutlar vardı, ama Mayıs seçimlerinde gördük ki, Tayyip Erdoğan bir kişi değil bir rejim ama bu rejim de 20 yılın hataları değil, Cumhuriyet tarihinin 100 yıllık bakiyesinin bir sonucu.
Özellikle Galatasaray-Fenerbahçe arasında, 2023’ün son günlerinde Suudi Arabistan’da oynanması beklenen Süper Kupa Finali’nin oldukça karmaşık bir sürecin sonunda iptal edilmesi de bahsettiğimiz tarihselliğin ironik bir semptomu. Bu noktada özellikle, Uğur Mumcu’yu hatırlamakta fayda var. Uğur Mumcu, Papa-Mafya-Ağca, Rabıta gibi kitaplarında yani 80’ler ve 90’ların başında yazdığı yazılar ve kitaplarında şimdiki rejimin fotoğrafını bize ultrasondan göstermiş ama rejim henüz embriyo halinde iken, “kutsal ruhu” korumaya yemin etmiş tapınak şövalyeleri; Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Turan Dursun’u ortadan kaldırmışlardı. Zira, örneğin Mumcu’nun çok basit soruları vardı, mesela, Avrupa’da ve dünyanın değişik yerlerinde MEB’e bağlı olarak hizmet veren öğretmenlerin bir kısmının maaşlarının neden Suud ailesine bağlı bir dernek olan Rabıta tarafından verilmekte olduğu gibi… Uğur Mumcu, Bahriye Üçok ve Turan Dursun cinayetleri, Sivas Katliamı ile başlayan erken 90’lar; Çiller’in A-Takımı (Ağar-Menzir-Kozakçıoğlu) marifeti ile Kürtlere karşı topyekün savaş açılması ile sürmüş ve 90’lar sahnesi 19 Aralık katliamı ile kapanmıştı.
Dolayısıyla Mayıs ayı boyunca, Tayyip Erdoğan’a karşı göreve çağırdığımız ekip, bizzat Tayyip Erdoğan’ın göreve gelmesini sağlayan taşları döşeyen insanlar, Tayyip Erdoğan’ın bugününden geçmişe, 90’lı yılların geleceğinden gelmiş figürler olması bir yana, şu ya da bu........
© Gazete Duvar
visit website