YANILMAZ SULTALAR
Sulta zihniyet Avrupa tarihinin bir Ortaçağ ürünüdür. İlim adamlarını engizisyona mahkûm eden anlayış, hep o yanılmaz otoriterlerin eseridir. Ne zaman ki batı kilise sultası ve derebeylik süreçlerinden kurtuldu, işte o gün bugündür batı gelişmenin merkezi olmuştur diyebiliriz.
Malum kuzeyli halkların Avrupa’yı istilalarından Rönesans’a kadarki ara dönemi olarak nitelendirilen Ortaçağ’da özgürlük şiarı sadece kilise sultasına ait bir haktı. Dolayısıyla her türden sulta zihniyet çağın gerçekleriyle taban tabana zıt vehim ve egoları ön plana alan maraz bir hastalık olarak ortaya çıkmıştır. Dahası kendi düşüncesini tek hakikat sanıp diğer düşünceleri “hiç” gören kafanın ürünüdür sulta zihniyet. Bu yüzden Ortaçağ dönemi Avrupa tarihi açısından hor görülür ve kötülenir de. Her ne kadar Ortaçağ bizim tarihimizin bir parçası olmasa da “Ortaçağ kafası” yaftasını bize de bulaştırmak isteyenler çıkabiliyor. Oysa Avrupalı bir insan bu yaftayı duyduğunda kendi ortaçağlarındaki engizisyon papazlarını hatırlar. Nasıl hatırlamasınlar ki, kilise o yıllarda ilmi zindana gömmüştü. Keza giyotine itiraz eden veya başkaldıran kendi atalarının başını gövdesinden ayrıldığı dönemlerini hatırlar. Asla bizim tarihi şahsiyetlerimizden müftülerimizi, müderrislerimizi, ulemamızı hatırına getirmedikleri gibi lekede sürmezler.
Evet, Ortaçağ kafası sözü Batılılar için ne kadar doğruysa, bizim için de bir o kadar yanlış bir yaftalamadır. Nitekim bizde din adamı ruhban değil, hukuk adamıdır. Şeyhülislamlık makamı ise bugünkü Anayasa Mahkemesi hükmünde bir makamdır. O halde şimdi soruyoruz; Oğuz Han mı? Kanuni mi? İmam-ı Azam mı? Farabi mi? Fatih mi? Bunların hangisi Ortaçağ kafasında tarihi şahsiyetler diyebiliriz ki? Elbette ki hiçbiri. Hem kaldı ki Ortaçağdan bize ne? Dedik ya, tamamen Avrupa’nın karanlık dönemiyle alakalı bir dönemdir. Bizimle alakası olmadığı şundan besbelli ki;
-Şayet Fatih Sultan Mehmed karanlığa gömülü kalsaydı, İstanbul’un fethine yönelik döktürdüğü topların balistik hesaplarını ve muayenesini yapabilir miydi?
-Şayet İmam-ı Azam o müthiş zekâsını İslam’a dayandırmasaydı devrin en büyük hukuk âlimi olmaya hak kazanabilir miydi?
-Şayet İbn-i Sina Tıp ilminde deha olmasaydı hastaları tedavi etme yönünde bu denli ilerlemeler kaydedilebilir miydi?
-Şayet Farabi, Matematik, Botanik, Tıp, Musiki, Felsefe ve Mantık eserleriyle ışık saçmasaydı Fazıl Şehirlerden bahseden deha olur muydu?
-Şayet Harezmî sıfır rakamını keşfetmesiydi Cebir ilminin öncüsü olabilir miydi?
-Şayet Uluğ Bey, Semerkant’ta kendini ilme adamasaydı ilk astronom olarak rasathane kurabilir miydi?
-Şayet Kadızade-i Rumi matematik ve astronomi bilgini olmasaydı Bursa’dan Semerkant’a uzanan ışık olabilir miydi?
-Şayet Ali Kuşçu Matematik ve astronom dehası olmasaydı Fatih Sultanın davetine icabet edip Maveraünnehir’in İstanbul’a açılan kolu olur muydu?
-Şayet Oğuz Han, tâ tarihin ilk devirlerinde “Ey Türk, titre ve kendine dön” sözleriyle hem kendi çağına, hem de gelecek Türk kuşağına seslenen kağan olmasaydı tarihte 16 Türk Devleti kuracak yeteneğe sahip millet olabilir miydik?
İşte bu sorular eşliğinde yaşanılan çağların sosyolojik yönden analiz ettiğimizde aslında tarihi süreçte tek bir Ortaçağ yoktur, Ortaçağlar vardır demek daha doğru olur. O halde şunu cümle âlem iyi bilsin ki; insanımız bir gün bizim Hakanlarımızın ve Bilge şahsiyetlerimizin ufkuna ve zihniyetine eriştiğinde, hiç kuşkunuz olmasın bu engin ufuklarla gönül bağını hiçbir şekilde koparmaya yanaşmayacaktır. Zira tarihi yükselişimizi bu gelişmeci zihniyete borçluyuz. Bu öyle bir zihniyettir ki; otoriter mantık oyunlarından uzak, ilme, deney ve gözleme açık bir kafa yapısıdır. Şayet tarihimizde illa bir Ortaçağ kafası aramaya kalkışacaksak tarihi 1930 yıllara mahkûm ederekten statükocu bir anlayışla belli bir sınırda tutup dünyaya kapalı olmayı marifet sayan kafaları Ortaçağ kafası olarak nitelendirmek gerekir.
Batı, Ortaçağ’da mantık ve deney gözlem ikilemi arasında kendisini hep mücadele içerisinde bulmuştu. Kilise sultalarınca deney horlanmış, masa başı mantık tek ölçü kabul edilmiştir hep. Tabii hal vaziyet böyle olunca deney ve gözlemden uzak akıl yürütme metodu da Ortaçağ’da tek geçerli akçe olmuştur. Malum, o çağın yanılmaz sulta rolünde tek akıl danışmanı Aristo’dur. Derken bu akıl danesi sulta zincirini sırasıyla; tahrif edilmiş İncil, ünlü papazlar, azizler ve kilise sultaları takip eder. İlginçtir bir gün bir papazlar meclisinde atın kaç dişi olduğuna dair bir tartışma başlar, ama Aristo bu konuda atın 28 dişi olduğunu yazmıştı. Hiç kuşkusuz Aristo’nun fikri kabul görür. Çünkü o çağda tek hakikat Aristo mantığıydı. Onlar tartışa dursun, ancak içlerinden bir genç papaz biraz ötede otlayan bir atı gördüğünde hemen atın yanına varıp başlar dişlerini saymaya. Bir de ne görsün, hayret mi hayret, dişler 28 değil 12'dir. Derken bu durum papazlar meclisine intikal ettiğinde Papazlar Meclisi şu karara varır:
“-Aristo yanılmamıştır, at yanılmıştır!”
Ne diyelim, işte alınan bu kararla anlaşılan o ki, bu düpedüz Avrupa’nın kendi ortaçağında mantık garabeti içerisine düştüğünün bariz bir göstergesidir. Dolayısıyla Ortaçağ dönemi için deney ve gözlemin horlandığı, mantık yürütmenin baş tacı edildiği bir devrin adıdır dersek yeridir. Zira bu devirde mantık tek yanılmaz sultadır, deney ve gözleme asla yer verilmez! Oysa ilmi metodun esası deney ve gözleme dayanır.
Bakınız Aristo, mantık metoduyla ağır cisimlerin hafif cisimlerden önce düşeceğini söylemişti. O öyle düşüne dursun analitik tahlil; yoğunluğu (özgül ağırlığı) ve morfolojik görünümü aynı cisimler aynı anda düşer yönünde veri sunmaktadır. Nitekim Galileo Galilei Pisa (Pizza) kulesine çıkıp biri büyük, diğeri küçük taş parçasını kulenin tepesinden bıraktığında, taşların her ikisinin de aynı anda yere düştüğünü ispatladığında sultacı zihniyetler gördüklerine inanamadılar, sonunda tevile başvurup gözlerinin yanıldığına karar verdiler! Bir kere Aristo tek yanılmaz otorite kabul edilmişti, isteseler de Aristo’dan vazgeçemezlerdi, bir kere otoritenin sarsılmaması adına o ne söylerse hataları bile doğru kabul edilecekti. İşte bu çarpık mantık anlayış Batıyı Ortaçağ karanlığına gömmeye yetmişti. Maalesef mantık yürütme seline kapılanlar analitik tahlilden yoksun bir şekilde ölçü nedir, tartı nedir, deney vs. nedir bilmez durumda ömürlerini tükettiler. Kelimenin tam anlamıyla Avrupa’nın ortaçağına mantık tek başına Führer’dir.
Kopernik, İslam’dan aldığı aşılar sayesinde dünyanın........
© Enpolitik
visit website